Ziyaretcilerin Dikkatine

Arama motorlarında görünen başlık yada içerik görünmüyorsa lütfen aşağıdaki site içi aramayı kullanınız. Arama yaptıktan sonra aradığınız kelime ile ilgili başlığa tıklayıp araştırmanıza devam edebilirsiniz.

Bu Blogda Ara

16 Nisan 2008 Çarşamba

Coğrafi konum-2

COĞRAFİ KONUM

A. Özel Konum:

Bir Ülkenin özel konumu deyince;

* İklim özellikleri,

* Jeopolitik konumu,

* Ekonomik faaliyetleri, Bitki örtüsü (hem özel hem matematik konumun sonucudur),

* Tarım ürünleri, Ulaşımı,

* Dağları, Yükseltileri,

* Hayvan türleri hatırlanmalıdır.

B. Matematik Konum:

Bir yerin enlem ve boylam değerleri matematik konumdur. Bundan dolayı gerçekleşen sonuçlarda Matematik konumun sonuçlarıdır.

* Sıcaklık değerleri (enleme göre düzenli olarak artıp azalıyor ise) ve buna bağlı olarak bitki örtüsü,

* Kalıcı kar sınırı,

* Denizlerin tuzluluk oranı,

* Bir yerin yerel saati,

* Doğusu ile Batısı arası zaman farkı,

* Kuzey Güney arası mesafesi (iki paralel arası 111 km’dir.)

Türkiye’nin Özel Konumunun Sonuçları:

  • İç kesimler kıyılara göre, kışın daha soğuk yazın daha sıcaktır.
  • Batıdan Doğuya gidildikçe yükselti artar.
  • Üç kıtanın birleştiği yerdedir.
  • Hem Asya hem Avrupa ülkesidir.
  • Önemli deniz ve kara yolları üzerindedir.
  • Üç tarafı denizler ile çevrilidir.
  • Orta doğu petrollerine yakındır.
  • Çeşitli doğal kaynaklara ve madenlere sahiptir.
  • Çeşitli iklimlerin görülmesinden dolayı, çeşitli tarım ürünleri yetişir.

Türkiye’nin Matematik Konumunun Sonuçları:

  • Türkiye 36-42º K paralelleri, 26-45º D meridyenleri arasındadır.
  • Kuzey Yarım Kürede ve Başlangıç Meridyeninin Doğusundadır.
  • En Doğusu ile En Batısı arasında 76 dakika zaman farkı vardır.
  • Kuzeyi ile Güneyi arasında yaklaşık 666 km mesafe vardır.
  • Dört Mevsim belirgin olarak görülür (Orta kuşakta olmasından dolayı)

Dünyanın Hareketleri


1. Dünyanın Günlük Hareketi (Eksen hareketi)

  • Gece-Gündüz oluşur ve birbirini izler,

  • Günlük sıcaklık farkları meydana gelir, bunun sonucunda meltem rüzgarları ve mekanik

(fiziksel) çözülme meydana gelir.

  • Gün içerisinde güneş ışınlarının geliş açısı değişir.
  • Sürekli rüzgarlar (Alize, Batı, Kutup) ile okyanus akıntılarının yönlerinde sapmalar oluşur.
  • Yerel saat farkları oluşur.
  • Cisimlerin gölge boyları günün saatine göre değişir.
  • Her iki yarım kürede 30º ve 60º enlemlerinde Dinamik basınç alanları oluşur.

2. Dünyanın Yıllık Hareketi (Yörünge Hareketi)

Dünya güneş etrafında bir turunu 365 gün 6 saatte tamamlar. Bu yörünge Elips şeklinde olduğu için, Dünya Güneşe yaklaşır ve uzaklaşır. Güneşe en yakın olduğu gün 3 Ocak (Günberi), en uzak olduğu gün 4 Temmuz (Günöte) dir.

Dünyanın Elipsoid Yörüngesinin Sonuçları:

  • Mevsim süreleri değişir, sebebi dünyanın yörüngedeki dönüş hızıdır. Bu hız 3 Ocakta en fazla, 4 Temmuzda en azdır. (Yaz mevsimi KYK’de 94, GYK’de 89 gündür).
  • Kuzey Yarım Kürede Sonbahar Ekinoks’u 2 gün gecikmeyle yaşanır(23 Eylül).
  • Şubat ayı 28 gün çeker.

Eksen Eğikliği

Ekvator ile yörünge düzlemi (Ekliptik) arasında 23º27I lık açının bulunması yer ekseni ile yörünge düzlemi arasında 66º33I lık açı olmasına yol açar. Bunun sonucunda Güneş ışınlarının düşme açıları yıl içinde değişir. Sonuçları:

  • Gece-Gündüz süreleri değişir.
  • Mevsimler oluşur.
  • Aynı anda farklı yarım kürelerde farklı mevsimler yaşanır.
  • Bir noktaya güneş ışınlarının gelme açıları yıl içinde farklılaşır.
  • Aydınlanma çemberi yıl içinde değişir.
  • Dönenceler ve Kutup daireleri oluşur.
  • Matematik iklim kuşakları oluşur. (Tropik, orta, kutup).
  • Güneşin yıl içinde doğuş ve batış saatleri değişir.

Yoğunlaşma

Yoğunlaşama; yer ve sıcaklık özelliklerine göre ikiye ayrılır:

1. Yer Durumuna Göre:

a. Yükseklerde yoğunlaşanlar: Yağmur, kar, dolu.

b. Yeryüzünde yoğunlaşanlar: Çiğ, kırağı, kırç.

2. Sıcaklık Durumuna Göre:

a. 0ºC altında yoğunlaşanlar: Kar, kırağı, kırç, dolu.

b. 0ºC nin üstünde yoğunlaşanlar: Yağmur, bulut, çiğ ve sis’tir.

Not: Herhangi bir hava kütlesi sıcak bir yerden soğuk ve serin bir yere giderse yoğunlaşır ve ilk etapta sis oluşur. Bu sis yağmura da dönüşebilir.

YAĞIŞLAR

Oluşum nedenlerine göre üç çeşittir.

1. Konveksiyonel (Yükselim, siklonik) Yağış: Isınan havanın yükselmesi ve soğumaya uğramsı ile oluşur. Çünkü yükseklere çıkıldıkça hava sıcaklığı 200m de 1ºC düşer. Soğuyan havanın bağıl nemi artar ve yoğunlaşarak yağış oluşturur.

Dünya üzerinde buharlaşmanın en fazla olduğu yerlerden biri olan EKVATOR bölgesinde bu yağış çeşidi görülür. Güneş ışınları her zaman dik ve dike yakın açılar ile geldiği için sürekli yükselen hava kütleleri yağış yapar. Bundan dolayı dört mevsim düzenli yağış olur. SAVAN, STEP, KARASAL ve TUNDRA ikliminde de bu yağış çeşidi görülür. Türkiye’de ise İç Anadolu’daki Kırkikindi yağmurları (ilkbaharda) konveksiyoneldir. Doğu Anadolu’da oluşan yaz yağmurları da konveksiyoneldir.

2. Orografik (Yamaç) Yağış: Denizden gelen nemli hava kütleleri kara üzerinde bir dağ yamacı boyunca yükselir ve soğur ise yağışa sebep olur. Muson Asyası (G.D.Asya)nda görülen MUSON iklimi bu yağışa en iyi örnektir. Ayrıca Ilıman Okyanus ikliminde de yer yer görülür. Türkiye’de Karadeniz İkliminde görülür. Çünkü kuzeyden gelen rüzgarlar, denize paralel uzanan dağlar boyunca yükselerek soğur ve yağış bırakır.

3. Cephe (Frontal) Yağış: Farklı özellik ve sıcaklıktaki hava kütlelerinin karşılaşma alanlarına cephe denir. İki farklı basınç özelliği gösteren hava kütlesi karşılaştığında yüksek basınç alçalır, alçak basınç ise yükselip yüksek basıncın üzerine çıkar ve soğuyarak yağış getirir. Dünyada, 60º DAB alanlarında Kutup rüzgarları ile Batı rüzgarlarının karşılaşma alanlarında cephe olur ve yağış görülür. Burada görülen iklim ILIMAN OKYANUS (OKYANUSAL) iklimdir. Türkiye’de Kışın Akdeniz ikliminde görülür.

Türkiye’de Bölgelerin en fazla yağış aldığı mevsimler:

KARADENİZ bölgesi: Sonbahar

AKDENİZ ve EGE bölgesi: Kış

DOĞU ANADOLU: Yaz

İÇ ANADOLU: İlkbahar

Dünyanın En Fazla Yağış Alan Yerleri:

  1. Ekvatoral Bölge
  2. Muson Asya’sı
  3. Orta Kuşak Karalarının Batı kıyıları (Okyanusal iklim), 60ºEnlemleri ve çevresi.

Dünyanın En Az Yağış Alan Yerleri:

  1. Dinamik Yüksek Basınç alanlarındaki çöller (30º enlemleri).
  2. Karaların iç kesimleri ve kutuplar.

NOT: Her mevsim yağışlı olan bir yerde yağış rejimi düzenlidir. Akarsu akış rejimi düzenlidir. Tarımda sulamaya gereksinim duyulmaz ve sulamanın yetersiz olduğu kurak bölgelerde uygulanan NADAS (toprağı bir yıl dinlendirme) yöntemi bu bölgelerde uygulanmaz. NADAS, yağışın yeterli olmadığı yerlerde uygulanan bir yöntemdir.

Nemlilik ve Yağış


Atmosfer içerisinde bulunan su buharına nem denir. Higrometre ile ölçülür, gr/m3 olarak ifade edilir.

Ø Aslında her havada nem bulunur. Dünyanın nemlilik ve yağışının en az olduğu yerler Kutuplar ve Çöllerdir. Havada nem oluşabilmesi için buharlaşma gereklidir. Yani güneş ışınları dik ve dike yakın gelmeli. Bundan dolayı dünyanın en nemli yerleri Ekvator civarı, en nemsiz yerleri ise Kutuplardır.

Ø Kutuplarda buharlaşma çok az olduğu için yağış oluşma olasılığı da o kadar azdır. Havadaki nemin yağışa dönüşebilmesi için havanın soğuması gerekir. Kutuplar soğuma şartını yerine getiriyor fakat buharlaşma çok az olduğu için fazla nem olmadığından yağışta olmuyor.

Ø Çöller ise çok sıcak olduğundan ve yıllık sıcaklığı hep fazla olduğundan yağış oluşması için gerekli olan soğuma şartını yerine getirmez.

Buharlaşmayı etkileyen 5 faktör vardır:

  1. Sıcaklık: Sıcaklık arttıkça buharlaşma artar.
  2. Hava Basıncı: Basıncın yükselmesi buharlaşma oranını azaltır.
  3. Havadaki Nemlilik Miktarı: Havanın bağıl nem oranı düşükse buharlaşma fazla olurken, bağıl nem oranı yüksek ise buharlaşma oranı azalır.
  4. Rüzgar Etkisi: Rüzgarın şiddetli estiği yer ve zamanlarda buharlaşma fazla olur.
  5. Buharlaşma Yüzeyi: Buharlaşma yüzeyinin geniş olması buharlaşma miktarını arttırır.

· Havadaki nemlilik ile ilgili çok iyi bilinmesi gereken üç tanım var;

1. Mutlak (mevcut) Nem: Havada bulunan nem miktarıdır ve havadaki nemi tam olarak bu ifade eder, gerisi hikaye. “gr” cinsinden ifade edilir. Her havada mutlak nem vardır. Genel olarak mutlak nemin artması buharlaşmaya bağlıdır. Havadaki mutlak nemin azalması ise sadece yağış ile olur.

2. Maksimum Nem (doyuran nem): Bir hava kütlesinin belli bir sıcaklıkta en fazla taşıyabileceği nem miktarıdır. “gr” cinsinden ifade edilir. Sıcaklık arttıkça Max nem artar. Yani hava ısındıkça havanın nem taşıma kapasitesi artar. Örnek: 15ºC sıcaklıktaki bir hava kütlesi 10.5 gr nem taşıyabilir. Yani 10.6 gr mutlak nem olursa bu hava kütlesi yağışa geçer. Bardağı taşıran son damla mutlak nemin max nemi geçmesidir.

3. Bağıl (Nisbi, Oransal) Nem: Havadaki mutlak nemin yine o havanın taşıyabileceği nem miktarına (max nem) oranıdır. “%” olarak ifade edilir. Örneğin 20ºC lik bir hava kütlesi en fazla 14.4 gr nem taşıyabiliyor ama havada 7.2 gr nem var, bu durumda havanın Bağıl Nemi %50 dir. Örnek: Bir hava kütlesinde 5 gr nem var ve o hava kütlesi 20 gr nem taşıyabiliyor. Bu durumda bağıl nem %25tir. Aynı havanın nem açığı ise %75tir. Eğer hava soğur ise bağıl nem artar, çünkü havanın nem taşıma kapasitesi (max nem) azalır ve aynı Mutlak Nem % olarak daha fazla oranda bir nemmiş gibi ifade edilir.

  1. Sıcaklık arttıkça mutlak nem artar.
  2. Sıcaklık arttıkça bağıl nem azalır.
  3. Sıcaklık arttıkça maksimum nem artar.
  4. Mutlak nem arttıkça bağıl nem artar.

Yükseklere çıkıldıkça, denizden uzaklaştıkça, gündüzden geceye gidildiğinde, yazdan kışa geçildiğinde, ormanlık bir alandan açık bir alana geçildiğinde Mutlak Nem azalır.

15 Nisan 2008 Salı

Akarsularımız-Harita

7 Nisan 2008 Pazartesi

Akarsular

1. AKARSU
Yağmur olarak yeryüzüne düşen su üç yoldan dağılır. Bir bölümü güneşin e rüzgarın etkisi ile buharlaşarak, atmosfere geri döner. Bir bölümü birleşerek dereleri ya da çayları oluşturur. Geri kalanı da toprağın altına sızar. Sızan suların büyük bir bölümü sonradan kaynaklar halinde yeniden toprağın üstüne çıkarak akarsulara karışır. Hiç yağmur yağmayan mevsimlerde bile akarsuların akmasını sağlayan işte bu kaynak sularıdır. Eriyen kar ve buzullar da akarsuların beslenmesinde önemli rol oynar.
Böylece oluşa dereler birleşerek ırmak denen büyük akarsuları oluşturur. Bir akarsuya çığırı (yolu) boyunca katılan bu dere ve çaylara da o akarsuyun kolları denir. Bir akarsu ve kollarının beslendiği, daha doğrusu sularını topladığı alan o akarsuyun akaçlama havzası ya da kısaca havzasıdır. Aynı uzunluktaki iki ırmaktan birinin havzası çok geniş, öbürününki daha dar olabilir.
Eskiçağlardan bu yana insanlara içme suyu sağlayan ve balık gibi değerli bir besin sunan akarsular, sonradan tekne yapımının öğrenilmesiyle ucuz ve kolay bir ulaşım yolu olmuştur. Nil ve Ren ırmakları yüzyıllardır ticaretin ana damarlarıdır. Özellikle dağlık yörelerdeki akarsu vadileri karayolları ve demiryolları için en elverişli geçitlerdir. Ayrıca akarsular, geçtikleri yerlerde kayaları oyarak değerli maden damarlarının ve yataklarının ortaya çıkmasına yardımcı olur. Akarsuların taşıdığı alüvyonlarla zenginleşen taşkın ovaları verimli tarım alanlarıdır. Üstelik hem ekinleri sulamak, hem de elektrik enerjisi üretmek için çoğu kez barajlar yardımıyla akarsulardan yararlanılır.
2. BARAJ

Atatürk Barajı
Akışını denetim altına almak amacıyla bir akarsuyun önüne yapılan sete baraj denir. Barajların sulama, taşkınları önleme, kentlere su sağlama, elektrik üretme gibi çok çeşitli yararları vardır.
Yeri doğru seçilmiş bir baraj, ırmağın geçtiği bütün bölgeyi geliştirebilir. Barajın ardında yeterli su toplanınca geniş alanlar sulanarak verimli hale getirilebilir. Irmağın suyunun çok fazla olduğu dönemlerde, baraj gölünde su tutularak, ırmağın aşağı kesimlerinde düzenli bir akış sağlanır, taşkınlar önlenir ve zamanla bataklıklar kurutulur. Daha binlerce yıl önce Mısır’ da Nil ırmağı ve Babil’ de Dicle ırmağı boyunca sulama amaçlı barajlar yapılmıştı.
Elektrik enerjisi üretiminde de barajlardan yararlanılır. Aşağı akabileceği yüksek bir yerde toplanmış olan su bir enerji kaynağıdır. Yüksekten aşağı akan su, bir su çarkını ya da onun günümüzdeki gelişmiş türü olan bir su türbinini döndürmek için kullanılır. Su türbinine bağlı olan bir üreteç (jeneratör) aracılığıyla elektrik elde edilir.
Barajların bir başka yararı, ırmağın barajın gerisinde kalan kesimlerinin derinleşmesi ve dolayısıyla ırmağın yukarı çığırında akışın yavaşlamasıdır. Artan derinlik ve daha yavaş akış, ırmağın daha önce ulaşıma elverişli olmayan kimi yerlerinde ulaşım olanağı sağlar. Ayrıca, baraj gölleri balık yetiştirmek için de kullanılabilir.
3. TÜRKİYE’ DEKİ AKARSULAR
Türkiye’ nin coğrafi konumu, çok değişik bölgelerdeki denizlere ve kapalı havzalara dağılan çok karmaşık bir akarsu ağı yaratır. Kıyıya paralele uzanan sıradağların denize bakan yüzlerinde hızlı akışlı, kısa boylu çok sayıda akarsu görülür. Büyük akarsular ise, bu dağları enine yararak, yer yer vadilerini iyice derinleştirip genişleterek uzanırlar. Bu büyük akarsular, iç bölgelerde geniş alanların sularını toplarlar. Batıda Ege Denizi’ ne doğru akan ırmaklar ise, denize dik uzanan dağlar arasında açtıkları vadilerde akarlar. Denize çıkışı bulunmayan (kapalı) havzalar, ülke yüzölçümünün yaklaşık 1/7’ sini kaplar. Tuz Gölü, Van Gölü, Akdeniz Göller Bölgesi (Beyşehir, Eğridir, Burdur) kapalı havzaların başlıca su birikme yerleridir. Orta Anadolu’ da denize açılmayan akarsular, Tuz Gölü dışında da göller, bataklıklar, sazlıklar oluşturur. Batı Toroslar üstünde yer alan Göller Bölgesi ise, kalkerli taban nedeni ile aslında geniş bir yer altı akarsu ağı içinde kalır. Akdeniz kıyı dağlarında fışkıran Düden’ de olduğu gibi bu sular çeşitli çıkış noktaları bulur. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu sularının önemli bölümü Fırat, Dicle ve kolları tarafından Basra Körfezi’ ne taşınır. Ancak en doğuda Aras ve daha sonra Kura’ yı oluşturacak küçük akarsular Hazar Denizi’ ne açılır. Karadeniz’ e dökülen Kızılırmak, ülke sınırları içinde en uzun akarsudur. Çoruh, Yeşilırmak ve Sakarya da Karadeniz’ e açılır. Susurluk Çayı, Marmara Denizi’ ne dökülen en önemli akarsudur. Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes Ege Denizi’ ne dökülür. Ayrıca Yunanistan sınırını çizen Meriç, Trakya bölümünün başlıca akarsu ağını oluşturan Ergene’ yi de alarak Ege Denizi’ ne açılır. Göksü, Seyhan ve Ceyhan, Akdeniz’ e dökülen en önemli ırmaklardır. Öte yandan, Suriye’ den gelen Asi (Orontas), ülke içinde 97 km.’ lik bir yay çizerek sularını Akdeniz’ e boşaltır. Türkiye’nin ırmakları, mevsimlere göre değişen, düzensiz akışlıdır. Ya kuraklığının yarattığı cılızlaşma, ilkbaharda, yerini eriyen karlar ve yağan yağmurların yarattığı gür akışa bırakır. Doğu Karadeniz Bölgesi hemen hemen her mevsim yağışlı geçtiği için, bu bölge ırmaklarında önemli bir su azalması görülmez. Ama dik akarsu yatakları, burada da, akışı düzensiz kılar. Doğu Anadolu’ da yüksek, dar ve derin vadiler boyunca akan ırmakların suyu kışın azalır. Yine de eriyen karlar sürekli ve bol bir akış sağlar.
3.1. AKDENİZ BÖLGESİ’NDEKİ AKARSULAR
3.1.1. SEYHAN

Seyhan Irmağı-Adana
Zamantı Suyu ile Göksü Irmağı’ nın Adana il sınırları içinde, Dezmir Dağı yakınlarında birleşmesiyle oluşur. Güneye doğru akarak Toros Dağları’ nı aşar ve Adana Ovası’ na çıkar. Burada sağdan en önemli kolu Çakıt Suyu’ nu alır. Ovada menderesler çizdikten sonra Tarsus Çayı ağzının 3 kilometre doğusunda Deli Burun adı verilen bir çıkıntı oluşturarak Akdeniz’ e dökülür. Uzunluğu 560 km.’ dir.
3.1.2 CEYHAN

Ceyhan Irmağı
Söğütlü ve Hurma Çayları’ nın birleşmesi ile oluşur. Göksun Çayı’ nı aldıktan sonra Berit ve Engizek Dağları arasındaki dar ve ormanlık boğazlardan geçip, Maraş Dağı’ nın batı uzuna yönelir ve buralarda en önemli kolu olan Aksu ‘ yu alır. Amanos Dağları’ nın batısından geçerek güneye iner, sonra Bahçe’ den gelen Bulanık Suyu’ nu alır ve Çukurova’ ya çıktıktan sonra bir çok menderes çizerek, Doğu yönünde Yumurtalık (Aya) Limanı’ nın önündeki deltayı oluşturup denize dökülür. Uzunluğu 509 km’ dir.
3.1.3. ASİ IRMAĞI

Asi Irmağı
Suriye’ den doğup Türkiye’ de Akdeniz’ e dökülen 380 km uzunluğundaki ırmağın 92 km.’ si Türkiye topraklarında akar. Suriye’ de, Lübnan ve Antilübnan Dağları arasından doğar. Bir süre Türkiye-Suriye sınırını çizdikten sonra Amanos ve Kas Dağları arasından geçip Amik Ovası ‘ nı sulayarak Samandağı önünde Akdeniz’ e dökülür. Kışın ve ilkbaharda en yüksek debiye ulaşan suları yazın azalır.
3.1.4. MANAVGAT ÇAYI
Batı Toroslar’ ın güney yamaçlarından doğar (Akdağlar). Güneye doğru ormanlık bir alan içind akar. Manavgat’ ın 3 km. kadar kuzeyinde ünlü Manavgat Çağlayanı’ nı oluşturur. Manavgat Çağlayanı’ ndan sonra çayın suları hızını yitirerek Antalya Körfezi’ ne dökülür. Uzunluğu 93 km.’ dir. Ülkemizin debisi en düzenli olan akarsuları arasındadır. Üzerinde kurulan Oymapınar Barajı, 1980 de işletmeye açıldı.
3.1.5. DALAMAN ÇAYI
Teke yöresini batısında Yeşilgöl Dağı’ ndan doğar, Horzam adı ile kuzeye akarak Acıpayan Ovası’ na girer. Kireniş Suyu adıyla güneybatıya kıvrılarak Dalaman Ovası’ na iner ve Akdeniz’ e dökülür. Uzunluğu 229 km.’ dir.
3.1.6. AKSU ÇAYI
Eğridir Gölü’ nden doğar. Antalya’nın 18 km doğusunda Aksu bucağından geçerek Akdeniz’ e dökülür. Uzunluğu 136 km.’ dir. Yer altı suları ile beslenir. Yıl boyu suları boldur.
3.1.7. GÖKSU
Toroslar’ da Kartal Dağı’ ndan doğarak, Taşeli Yaylası’ ndan geçip Silifke yakınında Akdeniz’ e dökülen Göksu Irmağı’ nın uzunluğu 308 km.’ dir.
3.2. MARMARA BÖLGESİ’NDEKİ AKARSULAR
3.2.1. SUSURLUK ÇAYI

Simav kasabasının güneyinde Şaphane Dağı’nın Kalaycıkırı Tepesi’nden doğar. Simav Ovası’ndan ve aynı adı taşıyan gölden geçer. Dağlar arasında daralıp genişleyen bir vadiden geçtikten sonra Sındırgı yakınında kuzeye yönelen akarsu, buraya dek Simav Çayı adını taşır. Balıkesir Ovası’nın doğusundan geçerek Susurluk Ovası’ na iner. Karacabey Ovası ve Güney Marmara Dağları arasındaki Karacabey Boğazı’ ndan geçerek Tirilya ve Ballıkaya açıklarında Marmara Denizi’ ne dökülür. Bu kesimi küçük tonajlı gemilerin ulaşımına olanaklıdır. Uzunluğu 321 km. olan Susurluk Çayı’ nın en önemli kolları, Kocaçay ve Kirmasti Suyu’ dur. Yazın ırmağın suları azalarak derinliği 25 cm ye’ düşer.
3.2.2. GÖNEN ÇAYI
Kazdağı eteklerinden doğan Gönen Çayı, Bakırçay, Kazak ve Akkayası çaylarını aldıktan sonra büyür ve güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda dar boğazlar içinde akarak Gönen Ovası’ na iner. Burada alüvyonlar içerisinde kıvrımlar yapan ırmak, batıdan Kocadere’ yi, doğudan Çakıroba Çayı’ nı alarak Misakça’ nın batısında Marmara Denizi’ ne dökülür. Uzunluğu 134 km. olan bu çayın rejimi oldukça düzensizdir.
3.2.3. ERGENE IRMAĞI
Meriç ırmağının kollarından biridir. Uzunluğu 281 km. olan Ergene, Istıranca Dağları’ nda Karatepe’ nin eteklerinden doğar. Muratlı kasabasının aşağısında Çorlu Suyu ile birleşir. Alpullu, Pehlivanköy ve Uzunköprü’ nün önünden geçtikten sonra İpsala’ nın kuzeyinde Meriç’ e karışır.
3.3. EGE BÖLGESİ’ DE Kİ AKARSULAR
3.3.1. GEDİZ IRMAĞI

Uzunluğu 350 km. , akaçlama havzası 17 500km2’ dir. Murat Dağı’ nın batı ve kuzey yamaçlarından inen derelerin, Şaphane Dağı’ ndan inen akarsularla bileşmesi ile oluşur. Dalgalı yaylalar içinde önce güneybatı sonra batı yönünde akar. Kunduzlu, Selende, Deliinis ve Demrek çaylarını, Kula kesiminden gelen suları aldıktan sonra güneye döner. Salihli yakınlarında dar bir boğazdan geçerek Gediz Ovası’ na iner. Ovayı geçerken de Alaşehir ve Kum Çaylarını alan Gediz, Manisa ve Menemen önünden bir delta ovasına çıkar. İzmir Körfezi’ nin kuzeyinde Foça ile Çamaltı tuzlası arasından denize dökülür. Taşıdığı alüvyonlarla İzmir Körfezi’ nin ağzını tıkama tehlikesini doğuran Gediz Irmağı’ nın ağzı, 1886’ da batıya çevrilerek bugünkü yatağına oturtuldu.
3.3.2. BÜYÜK MENDERES IRMAĞI
Eski adı Maiandros olan Büyük Menderes, Banaz Çayı ve Küfi Suyu’ nun kollarının birleşmesi ile oluşur. Sarayköy önünde ovaya çıkarak, Denizli önünden geçip Çürüksu’ yla birleşir ve batıya doğru yönelir. Nazilli, Aydın, Söke kentlerinin önünden geçer, güneybatıya dönüp Ege Denizi’ ne dökülür. Uzunluğu 450 km., havzası 24 250 km2’ dir. Büyük Menderes Menteşe yöresinden gelen Vandolas Çayı, Akçay ve Çine Suyu ile birleşip alüvyonlarıyla Söke’ ye dek uzanan bir ovayı doldurur.
3.3.3. KÜÇÜK MENDERES IRMAĞI
Bozdağı’ ndan doğan akarsu, birleşen küçük kollarla büyüyerek güneye doğru iner. Beyder kasabası yakınlarında, Boz ve Aydın Dağları’ nın birbirinden giderek açılan ve alçalan tepeleri arasındaki geniş havzasında batıya doğru akar. Torbalı yakınlarında güneye dönen akarsu, Selçuk önünde Ege Denizi’ ne delta yaparak dökülür. Uzunluğu 175 km.’ dir. Irmak kışın kabarır ve sağnak yağışlar olduğunda, özellikle delta alanı üzerinde yatağından taşarak geçici bataklıklar oluşturur. Yazın ise, suları çok azdır. Getirdiği alüvyonlar tarihi Efes kentinin kıyıdan uzaklaşmasına neden olmuştur

5 Nisan 2008 Cumartesi

Türkiye'de Görülen İklimler


1- Akdeniz İklimi
2- Karadeniz İklimi
3- Karasal İklim
Akdeniz İklimi:
Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Yaz aylarında sıcaklık yüksektir. Yaz aylarında yağış yoktur. Kuraklık kendisini hissettirir. Kış aylarında ise sıcaklık aşırı derecede düşmez. Sıcaklık 0 C 'nin altına düşmez. Kış aylarında yağmur yağışı görülür. Ençok yağış kış aylarında düşmektedir. Don olayı çok nadir görülür. Kış sıcaklığı yüksek olmasından dolayı seracılık faaliyetleri yürütülmektedir.
Akdeniz İklimi, Türkiye de, Akdeniz Bölgesi, Ege Bölgesi ve Marmara Bölgesi'nin Güney kesiminde görülmektedir.
Akdeniz İklimi'nin bitki örtüsü ise Maki'dir. Maki; kısa boylu, tüylü, bodur ağaçlardır
Karadeniz İklimi: Yazlar serin, kışlar ılık, her mevsim yağışlı geçen bir iklimdir. Karadeniz iklimi'nde mevsimler arasında çok büyük sıcaklık farkı yoktur. En fazla yağış sonbahar da düşmektedir. Karadeniz İklimi'nde yağış rejimi düzenlidir. Yağış rejimine bağlı olarak akarsuların rejimleri de düzgündür.
Karadeniz İklimi, Karadeniz Bölgesi kıyı kesimleri ile Marmara Bölgesi'nin Kuzeyi'nde görülmektedir.
Karadeniz İklimi'nin bitki örtüsü ormandır
Karasal İklim: Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve kar yağışlı geçer. En çok yağış ilkbahar mevsiminde düşer. En az yağış yaz mevsiminde düşer. Bu iklim de, kış ayları soğuk ve kar yağışlı geçmektedir. Don olayı sık görülür.
Karasal İklim, İç Anadolu Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz Bölgelerinin iç kesimlerinde gjrülür.
Karasal İklim'in bitki örtüsü bozkırdır.

Osmanlılar da Coğrafya-8

OSMANLI DÖNEMİNDEN BUGÜNE COĞRAFYA

Yeryüzünün tamamını veya bir bölümünün; fiziki, beşeri ve iktisadi olaylarını inceleyen Coğrafya ilminin ana temasını insan oluşturur. İnsanın olduğu her yerde Coğrafya ilmi vardır. Bu nedenle, insanoğlunun dünyaya geldiği ilk insanlardan bugüne, az veya çok çevre ile ilgisi olmuştur.

Avcılık veya toplayıcılık dönemlerinde bile, insanoğlu; geçimini sürdürebilmek için, daha iyi av sahalarını veya daha verimli toplama bölgelerini araştırmaya yönelmiştir. Böylece, belki farkında olmadan Coğrafya ilmi ile meşgul olmuş ve kazandığı tecrübe ve bilgilerini nesilden nesile aktarmaya devam etmiştir.

Coğrafya ilmi ile ilgili bilinen en eski belge, M.Ö. 2400 veya 2700 yıllarında Babilliler tarafından, Babil çevresini gösteren taslak haritadır. Anlatım yolu ile Coğrafya ilmine ait bilgiler veren Heredot, M.Ö. 484-426 tarihlerinde yaşamıştır. Bodrum doğumlu olan Heredot, Libya kıyılarından Güney Avrupa'ya oradan Hindistan'a kadar olan geniş bölge hakkında ayrıntılı bilgiler veren dokuz ciltlik eser yazmıştır.

Eskiçağ’dan Ortaçağ’a, Coğrafya ilmindeki gelişmeler devam etmiş, ancak bu konudaki araştırmalar daha ziyade İslam Coğrafyacıları tarafından yürütülmüştür. Mesudi, Biruni, İdrisi, İbn Batuta, İbn Haldun bunlardan bazılarıdır.

Yeniçağ’a geçerken, coğrafi alanda büyük bir reform denilebilecek Büyük Coğrafi Seyahatler gerçekleşmiş ve Yeni Dünya karalarının tanınması gerçekleşmiştir. Osmanlı dönemindeki Coğrafi araştırmalar, işte bu çağa rastlar. Piri Reis (1470-1554), Katip Çelebi (1608-1652) ve Evliya Çelebi (1611-1682)'nin başını çektiği bilim adamları, Osmanlı Coğrafyacıları olarak bilinir.

Dünya Yeniçağ'ı geride bırakıp, Yakınçağ'a geçerken, Büyük Coğrafya Seyahatlerinin devamı niteliğini taşıyan, Avrupalı seyyahların yeniden seyahatlerine başladıkları ve coğrafi araştırmaların Okyanusya ve Antarktika’ya yöneldiğini görmekteyiz. 1953 yılında Everest Tepesi'ne ulaşılması ve 1960 yıllında Büyük Okyanus'un en derin noktasının Marian Çukurluğu olduğu tesbit edilmesinden sonra, Dünya üzerindeki araştırmaların kısmen tamamlandığı kabul edilmiş ve uzay yolculukları ve derin deniz araştırmalarına doğru bir yönelme gözlenmiştir. 1957'de başlanan Uzay Araştırmaları, 16 Temmuz 1969 yılında ilk insanlı Ay yolculuğu ile, Coğrafya ilminin çalışma sahasını genişletmiş ve önce İnsanın gidebildiği her yer, Coğrafya ilminin çalışma bölgesi olarak görülmeye başlanmıştır.

Bugün artık Coğrafya ilmi metot ve ilke olarak; Büyük Coğrafya Seyahatleri gibi gezi ilmi yerine, araştırma gezilerinin yanında, sebep-sonuç, dağılış ve bağlantı ilkelerini de geliştirerek çok geniş boyut kazanmış ve sonuçta modern coğrafya doğmuştur.

Coğrafi Seyahatlerden Modern Coğrafya'ya doğru geçişte, Osmanlı döneminde de belirgin gelişmelerin olduğu görülmektedir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Coğrafya ilmi ile ilgili dikkate değer gelişmelerin olduğu bilinmektedir. Osmanlı döneminden genç Türkiye Cumhuriyeti'ne doğru geçişte, kısmen duraksamış gibi görülen Coğrafya ilmi, kısa sürede gelişme göstererek, eksisiyle artısıyla, bugünkü seviyesine ulaşmıştır.

Bu bildiride, Coğrafya ilminin eski çağlardan bugüne olan gelişmesi yerine, sadece Osmanlı döneminden bugüne kadar olan gelişmeler üzerinde durulacaktır. Bildirinin amacı, bu konuda ayrıntılı bir araştırma sunmak değil, Osmanlı döneminden bugüne coğrafya alanındaki gelişmeleri satır başlarıyla özet olarak ele almak ve bundan sonraki Tarihi Coğrafya araştırmalarına ışık tutmaktır. Diğer bir ifadeyle, Coğrafya alanında geçmişten aldığı ışığı, önce bugüne ve daha sonra geleceğe taşımaktır.

GEOGRAPHY, FROM OTTOMANS TO THE PRESENT TIME

Prof.Dr.Ramazan ÖZEY

Abstract

Geography’s main theme is human, because it is the study of the physical, human and economical phonemenon of the earth. Geography exists wherever there are humans. So that, since man has first appeared on the earth, he has been interested in geography. Even through his hunting and collecting period man has searched for more productive places and better hunting sites. In this way man has unconsciously death with geography, and has passed on his experience and knowledge to following generetions.

The earliest geographical document is the sketch map, which was prepared in 2700 B.C. or 2400 B.C by Heredotus, illustrating the vicinity of Babylon. Heredotus, who lived in 484-426 B.C., was born in Halicarnosus, and gives detailed information about southern Europe and the large area between Europe and India in his 9- volume book.

Osmanlılar da Coğrafya-7

Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi ile İlgili Sorunlar

Bugünün Türkiye’sinde, ortaöğretimde müşterek bir çok sorun bulunmaktadır. Ancak bu sorunlar, ayrıntıya inildiğinde, her bir bilim dalındaki aksaklıkların birikmesi olduğu görülür. Bu sebeble, ortaöğretimin sorunlarına çözüm aramak için, ayrıntıya inmek gerekir. Orta öğretimde sorunlar yumağında, coğrafya dersi ile ilgili olanlar, hayli fazladır. Bunun fazla oluşu, bu bilimin güncel, değişken ve uygulamalı olmasından kaynaklanır. Bugün Orta öğretimde coğrafya eğitimi ve öğretimi ile ilgili sorunlar ve çözümler ana başlıklar altında şu şekilde sıralanabilir.

1. Coğrafya ilmi ülke kalkınmasında önemli rol oynayan bir bilimdir. Çünkü, Coğrafya ilmi, uygulamalı bir bilimdir. Uygulama alanı bir bölge veya ülke olan coğrafya, uygulandığı bölge veya ülkenin planlaması ve kalkınmasında önemli rol oynar. Ülke arazisinin düz veya engebeli olup olmadığı, iklim özellikleri ile insan hayatı ilişkileri, toprağın tarımsal özellikleri, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri gibi kısacası doğal, beşeri ve ekonomik olayların dağılışları, sebeb ve sonuçları ile birbirleri arasındaki bağlantıları inceleyen coğrafya, ekonomik kalkınmanın belkemiğini oluşturur. Öte yandan ülkenin tüm doğal güzelliklerini, sosyal çeşitliliklerini ve ekonomik zenginliklerini ortaya koyarken, coğrafya; öğrenen insana, engin bir ülke sevgisi aşılar. Dünyayı ayrıntılı bir şekilde incelemesi bakımından coğrafya, siyasi ve askeri alanda önemli bir rol oynar. Tarih sahnesinde askeri yenilgilerin altında, mutlaka coğrafi olayların gözardı edilmesi yatar.

Coğrafya ilminin öneminden dolayı, geçmişten günümüze tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı döneminden bugüne, orta öğretimde coğrafya dersleri zorunlu dersler arasında okutulagelmiştir. Ancak cumhuriyet döneminin son yıllarında uygulanan ders geçme ve kredili müfredat programlarında, coğrafyanın önemi gözardı edilmiştir. Sözkonusu bu programa göre, Meslek liselerimizin çoğunda coğrafya dersleri kaldırılmış, lise fen bölümlerinde seçmeli ders konumuna getirilmiş ve genel olarak coğrafya ders kredileri azaltılmıştır. Ancak bu pogramın aksak yönleri sonradan görülmüş ve ortaöğretimde yeniden sınıf geçme esası getirilmeye başlanmıştır. Bu değişikliklerden de anlaşılacağı üzere, cumhuriyet döneminde, ortaöğretim ders programlarında sık sık değişikliğe gidilmiştir. Her yapılan değişiklik, özellikle ülke sevgisinde önemli rol oynayan coğrafya ilminde ve dolaysıyla eğitim camiasında derin yaralar açmıştır.

Bu sebeblerden ötürü geçmişte olduğu gibi bugün de, ülke yönetiminde görev yapacak tüm yetkililerin ülkesini ve dünyayı iyi tanıması gerekir. Bunun için de, ortaöğretim gören tüm öğrencilerin alan ayrımı yapılmaksızın zorunlu olarak, coğrafya okuması şarttır.

2. Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi ile ilgili sorunlardan bir diğeri, öğretmenlik mesleği ile ilgilidir. Bugün için öğretmenli mesleğinin hemen hemen hiç bir cazibe tarafı kalmamıştır. Her yıl öğretmenliği cazip bir meslek haline getireceklerini belirten ilgililer, ne yazıkki bu sorunu sadece 24 Kasım öğretmenler gününde hatırlamaktadırlar. Öğretmenler Günü kutlamalarında söylenen birkaç tatlı söz ile öğretmenlerin sorunları çözümlenmeye çalışılmaktadır. Oysa eğitim söz değil, icraat işidir. İcraat yapılamayınca, her geçen yıl öğretmenlerin maddi ve manevi durumları daha da kötüye gitmektedir. Bu tehlikeli gidişe mutlaka vakit kaybetmeden bir dur diyen çıkmalıdır. Öğretmenlik mesleğinin kutsallığı, sadece sözlerle değil, akılcı ve gerçekçi icraatlarla doğrulanmalıdır. Aksi takdirde sorunlar yumağı haline gelen eğitim, büyük bir açmaza girecektir.

3. Ortadereceli okullardaki coğrafya öğretmenlerini yetiştiren yüksek okullar, Eğitim Fakülteleri, Dil ve Tarih-Coğrafya, Edebiyat, Fen- Edebiyat Fakülteleri’nin coğrafya bölümleridir. Bugün için orta dereceli okullarımızda coğrafya derslerinin bir kısmı, meslek dışı öğretmenleri tarafından yürütülmektedir. Buna karşılık, yeni mezun olan coğrafya öğretmen adayları, sınıf öğretmeni olarak atanmaktadır. Bu sorun acilen çözümlenmeli ve coğrafya bölümü mezunları, branş öğretmeni olarak atanmalıdır.

4. Bugün Ortadereceli okullarımızda okutulan coğrafya ders kitapları, özet bilgileri içermektedir. Çünkü, ders kitablarında sayfa sınırlandırması getirilmektedir. 150 ile 220 sayfa arasında hazırlanması istenen bu ders kitaplarının, 1/3’ini fotoğraflar, 1/3’ini harita ve grafikler doldurmaktadır. Öte yandan önsöz, içindekiler, yararlanılan kaynaklar ve diğer zorunlu yazılarla kitabın % 70’e yakını doldurulmaktadır. Geri kalan 50-60 sayfa içinde, bir yıl boyunca okutulacak coğrafi bilgiler bulunmaktadır. Sözkonusu bu sayfalarda, konu planı, hazırlık soruları, ödev soruları ile doldurulmakta, yalın metin olarak sayfa adeti 25-30 sayfaya düşürülmektedir. İnanın bir öğretmen, ders kitabını değilde, öğrencilerine ders notu tuttursa, bir yıl boyunca 100 sayfaya yakın ders notu yazdırır. Hakkıyle eğitim ve öğretim yapmak isteyen bir öğretmen çok zorluk çekmektedir. Çünkü öğretmenler ders anlatırken, ders konusunu sadece kitaba bağlı olarak anlattığı takdirde, konu 5 dakikadan daha az bir sürede bitmektedir. Ders saatini doldurmak amacıyla öğretmenler aynı konuyu kitaptan ders boyunca, sınıfın bütün öğrencilerine ayrı ayrı okuttuğu halde, ders saatinin yarısını dolduramamaktadır. Diğer yarısı ise şamata ve gırgır ile doldurulmaktadır. Bu durum son derece düşündürücüdür. Bu düşündürücü durum, ortaöğretim için hazırlanan coğrafya ders kitablarında gözönünde tutulmalıdır. Bunun için de, Milli Eğitim Bakanlığı, coğrafya kitabları hazırlama şartlarını yeniden gözden geçirmeli, harita, grafik, fotoğraf ve ödev soruları, kitap sayfasının dışında tutulmalıdır.

5. Coğrafya derslerinde yaşanan bir diğer çarpıklık sınavlarda yaşanmaktadır. Öğrenciler, 25-30 sayfayı ancak bulan ders notunun, birinci dönemde ilk sınavlarını 5-10 sayfadan olmaktadır. 5-10 sayfalık bilgileri ezberleyen ve çok yüksek not alan bir öğrenci, kitabın geri kalan kısmını okumasa da sınıfını geçebilmektedir. Velevki birinci dönem zayıf almış olsa bile, toplam 30 sayfayı bulmayan metin kısmını oluşturan özet bilgileri okurken tekrar özet çıkarmakta ve alınan bilgiler özetin özetini teşkil etmektedir. Sonuç olarak, orta öğretimdeki coğrafya öğretmenleri, öğrencilerine bu özetin özeti olan dar ve kısır bilgileri, test yoluyla imtihan etmekte ve öğrencileri ezberciliğe yönlendirmektedir. Özetin özetini içeren bilgiler, dağ, şehir, nehir adlarından ibaret olacaktır. Bu adlar, sadece bulmaca çözmede yardımcı olur. Coğrafya, bulmaca bilimi olmaktan çıkarılmalıdır. Sonuç olarak, coğrafya dersleri, ezberci bir sistemin dışına çıkarılmalıdır.

Bugün, ortaöğretim ders kitapları hazırlanırken, Sultan II.Mahmut (1808-1839) dönemindeki ders kitaplarındaki uygulanan kısaltma metodu yeniden uygulama aşamasına getirilmiştir. Bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ortaöğretim coğrafya ders kitaplarındaki sayfa ve konu sınırlandırmaları derhal kaldırılmalıdır. Bundan böyle hazırlanacak olan ders kitapları, oldukça hacimli hazırlanmalıdır. Çünkü yorum yapmak ve akıl yürütmek, ancak hacimli kitapları okumakla mümkün olur. Ortaöğretim coğrafya programları hazırlanırken, bu alanda akademik olarak yetişmiş bilim adamlarının görüşleri alınmalıdır.

6. Coğrafya, bir uygulama bilimidir. Teorik bilgilerin uygulama aşamasına getirilmesi şarttır. Coğrafya’nın konusunu yeryüzü teşkil eder. Uygulama sahası da yeryüzüdür. Bu sebeble, coğrafya dersi işlenirken, mutlaka arazi çalışmalarına önem verilmelidir.Oysa ortaöğretim programlarında, arazi uygulamalarının yapılması için, geçmiş dönemlerde ayrılan ödeneklerin tümü kesilmiştir. Böylece uygulama bilimi olan coğrafya dersleri teorik hale getirilmiş ve okul dersanelerine hapsedilmiştir. Gerçekçi ve yararlı bir eğitim ve öğretim yapılabilinmesi için, coğrafya derslerinin uygulama yapılması ve bunun için Milli Eğitim bütçesinden ortaöğretim kurumlarına “Arazi Tatbikatı Ödeneği” verilmesi gerekmektedir.

7. Cumhuriyet döneminin ilk dönemlerinde tüm ortaöğretim kurumlarında birer coğrafya odaları vardı. Bu odalarda, çeşit çeşit duvar haritaları, küreler, kabartma haritaları, slayt, film, epidiyaskop gibi görsel aletler ve bunların gereçleri bulunuyordu. Coğrafya öğretmenleri, derse girmeden önce coğrafya odalarına uğrar, ders konusu için gerekli olan tüm araç ve gereçleri alır, dersi görsel olarak anlatırdı. Ancak bugün bu odaların çoğu bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden çoğu harap oldu ve dersane sıkıntısı yüzünden çoğu coğrafya odaları iptal edildi. Yeni yapılan ortaöğretim kurumlarında ise, böyle bir odanın gerekliliği daima gözardı edildi. Dolaysıyla bugün ortaöğretim kurumlarımızda, coğrafya dersleri ruhsuz, zevksiz ve öğreticilikten uzak bir şekilde ezbere işlenmektedir. Bu da coğrafya ilminin özüne ters düşmektedir. Bu sebeble modern bir eğitim için, mutlaka coğrafya odalarına büyük ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç vakit geçirilmeden giderilmelidir.

8. Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat döneminden itibaren başlayan paralı eğitime geçiş ve özel okul furyası, bugün de yaşanmaktadır. Eğitim alanında, Tarih sanki yeniden tekerrür etmektedir. Bugün, ülkemizde özel okulların hızla gelişmesi, özellikle yetişmiş eğitim elemanı açısından devlet okullarına büyük darbeler indirmiş ve devlet okulları laşkalaşmış ve Milli Eğitimimiz sorunlar yumağı haline getirilmiştir. Sorunun çözümü gayet basittir. Bunun için, tarihe bakmak ve tarihten ders almak gerekmektedir. Eğitim sistemimiz, Osmanlı döneminin gelişme dönemindeki sisteme uyarlanmalı ve çağın yenilikleriyle yeniden donatılmalıdır. “Devlet okulu - Özel okul” ayrımına son verilmelidir. Devlet okullarının tamamı yarı özelleştirilmeli, öte yandan özel okulların statüleri yeniden gözden geçirilmelidir. Yani eğitim kurumlarının tüm giderleri, zaman zaman devletin maddi desteğini de alan, halk tarafından oluşturulacak “Eğitim Vakıfları”na yüklenilmelidir. Ancak tüm okulların eğitim sistemleri, devlet tarafından düzenlenmeli ve eğitim gerçekten millî olmalıdır. Devlet-Millet kaynaşması ile oluşturulacak eğitim kurumlarında, engin bir yurt sevgisi aşılayan ve dünya ufkunu genişleten Coğrafya derslerine ağırlık verilmelidir.

Bugün ortaöğretim kurumlarımızda, coğrafya eğitim ve öğretiminde görülen sorunlar, ülkenin içinde bulunduğu genel ekonomik kalkınma ile yakından ilgilidir. Osmanlı döneminin ekonomik olarak üstün olduğu dönemlerde, eğitim ve öğretim altın çağını yaşamıştır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından, eğitim ve öğretime büyük ağırlık verilmiş ise de, özellikle son yıllarda devletin genel bütçesinden eğitim ve öğretime ayrılan pay iyice azaltılmıştır.

Bugün, eğitim ve öğretimde yapılan kısıtlamalar, ülke ekonomisinde yaşanan sıkıntılara maledilmektedir. Ancak kalkınmaya hiçbir katkısı olmayan kalemlere, sınırsız harcamalar yapılmakta ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalım gözardı edilmektedir.

Eğer gelecekte, kalkınmış bir Türkiye görülmek isteniyorsa, bugünün yöneticileri; eğitim ve öğretimin tüm sorunlarına acil çözümler üretmelidir. Başta eğitim ve öğretim alanında uyguladıkları tüm kısıtlamaları kaldırmalı ve modern dünyanın modern eğitim ve öğretim seviyesini yakalamalıdırlar.

12 Mart 2008 Çarşamba

Osmanlılar da Coğrafya-6

Cumhuriyet döneminde Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi

Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçişte, Türk bilim tarihinde önemli bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim harf devrimidir. Sözkonusu bu devrim ile, kurulan genç Cumhuriyet, Batı Bilim dünyası ile yakınlaşırken, Osmanlı Bilim Dünyası’ndan oldukça uzaklaşmıştır. Harf devriminin ardından, cumhuriyetin ilk yıllarında, diğer tüm bilimlerde olduğu gibi, Coğrafya bilim alanında da, Osmanlıca yazılmış eserlerin çok az bir kısmının Yeni Türkçe’ye çevrilmiş olduğunu görmekteyiz.Çünkü kısa bir süre içinde, 600 yıllık bir birikimin hemen yeni kuşağa aktarılması imkansızdır. Bu nedenle Yeni Türkçe’ye çevrilen eserlerin çoğunluğunu okul ders kitabları teşkil etmiştir. Özellikle bu alanda, Faik Sabri’nin çalışmaları kayda değerdir. Faik Sabri, osmanlıca olarak yazmış olduğu, Türkiye Coğrafyası ve Kıtalar Coğrafyası ile ilgili eserlerini, harf devriminden sonra Yeni Türkçe’ye çevirmiştir. Ancak hayatta olmayan ve çok eski dönemlerde yaşamış coğrafyacıların eserleri, arşiv ve kütübhanelerde, uzun yıllar bir daha açılmamak üzere tozlu raflara kaldırılmıştır.

1924 tarihinde, öğretim süresi 5 yıl olan Darülmuallimin ve Darülmuallimat’ın 1 ve 3.sınıflarında 2’şer, 2 ve 4.sınıflarında 1’er saat coğrafya dersi okutulmuştur. Bu okullar, 1932-33 Öğretim yılında süresi 6 yıla çıkarılmış, ilk üç yılında genel ortaokulların programları uygulanmaya başlanmıştır. 1937-1938 Eğitim ve Öğretim yılında 3 yıllık Lise kısmında, coğrafya dersleri, 1 ve 3.sınıflarda 2’şer saat, 2.sınıfta 1 saat olarak programa konulmuştur. 1937-1938 Eğitim ve Öğretim yılında, 3 yıllık ortaokulların bütün sınıflarında ve yine 3 yıllık liselerin ilk iki sınıfında 2’şer saat, lise son sınıfta 1 saat olmak üzere coğrafya dersi okutulmuştur.

Cumhuriyet döneminde, ortaöğretim kurumlarında okutulan ders kitabları, uzun yıllar Ord.Prof.Dr. Besim Darkot, Prof.Dr. Sırrı Erinç ve Sami Öngör tarafından hazırlanmıştır. Bu kitabların, Ortaöğretim coğrafya öğretimine büyük katkıları olmuştur. 1987’li yıllardan sonra, ortaöğretim ders kitabları hazırlanmasında, Prof.Dr. Reşat İzbırak, Prof.Dr. Sırrı Erinç, Prof.Dr. İbrahim Atalay, Prof.Dr. Cemalettin Şahin, Prof.Dr. Erdoğan Akkan, Prof.Dr.Hayati Doğanay gibi akademisyenlerin katkıları büyük olmuştur.

1981-1982 Eğitim ve Öğretim yılı, ders programları incelendiğinde, ortaöğretimin orta kısmında Tarih ile Coğrafya derslerinin konuları birleştirilerek, 1 ve 2.sınıflarında 4’er, 3.sınıfında 3 saat olarak Sosyal Bilgiler dersi adı altında işlenmiştir. Lise kısmında ise 1 ve 2.sınıflarda 2’şer saat Coğrafya dersi yeralmış, ancak Lise son sınıfına Coğrafya dersi konmamıştır.

Cumhuriyet döneminde, coğrafya derslerinde ağırlıklı olarak Türkiye Coğrafyası konuları okutulmuştur. Bu uygulama 1987 yılına kadar sürdürülmüştür. Ancak 1987-1988 Öğretim yılında uygulamaya konulan müfredat programlarında coğrafya dersleri hem ders sayıları ve hem de ders kredileri azaltılmış, konular iyice yüzeyselleştirilmiştir. Bu müfredat programına göre, Ticaret ve Endüstri Meslek liselerinden coğrafya dersleri kaldırılmıştır. Liselerin ikinci ve üçüncü sınıfların fen bölümlerinde “seçmeli ders” konumuna getirilmiştir. Üniversite giriş sınavlarında, fen puanına göre yükseköğretim kurumuna kaydolmak isteyen fen bölümü öğrencileri, coğrafya dersi gereksiz diyerek bu dersi çoğunlukla seçmemişlerdir. Öte yandan sınıflarda okutulan coğrafya dersleri, coğrafyanın ilke ve metodlarından oldukça uzaklaştırılmıştır.

Cumhuriyet Döneminde Azınlık ve Yabancı Okullarında Coğrafya Eğitim ve Öğretimi

Maarif vekaletince onaylanan 1955-1956 Öğretim yılından itibaren uygulamaya konulmuş ders programlarına göre; Özel okulların orta kısımlarında, 1 ve 2.sınıflarda haftada 2’şer saat, 3.sınıfta 1 saat, lise kısımlarında 1-2-3.sınıflarında haftada 2’şer saat olmak üzere coğrafya dersi okutulması belirlenmiştir.

18 Ocak 1960 tarihli Maarif vekaletince onaylanan ders programlarına göre; Liseler için tüm sınıflarında 2’şer saat coğrafya dersi okutulması öngörülmüştür. 2 Kasım 1960 tarihinde, yabancı okulların ders programları yeniden görüşülmüş ve bazı değişikliklerle kabul edilmiştir. Buna göre, bu okulların orta kısımlarında bütün sınıflarda haftada 2’şer saat , Lise kısmında 1 ve 2. Sınıflarında 2’şer saat, 3 ve 4.sınıflarında 1’er saat coğrafya dersi konmuştur.

Bundan sonra yabancı okulların ders programlarında, farklı zamanlarda bazı değişiklikler içeren programlar hazırlanmışsa da, coğrafya ders programlarında pek fazla değişiklik olmamıştır. Ancak coğrafya derslerinde, Türk okullarında okutulan Türkiye Coğrafyası dersi yerine, azınlık okulunun bağlı bulunduğu ülkenin coğrafyası ağırlıklı olarak ders programlarında yeralmıştır.

1991-1992 öğretim yılında uygulamaya konulan “Ders Geçme ve Kredi Sistemi”, Türk okullarında olduğu gibi, yabancı özel okullarda da bazı değişikliklere sebeb olmuştur. Buna göre, Özel okulların 1 ve 2.sınıflarına mecburi 2’şer saat coğrafya dersi konmuş ve diğer sınıflarda coğrafya seçmeli dersler arasında gösterilmiştir.

Osmanlılar da Coğrafya-5

OSMANLI ORTA ÖĞRETİMİNDE COĞRAFYA

Eğitim; Belli bir konuda, bir bilgi ve bilim dalında yetiştirme ve geliştirme, eğitme işi. Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme, terbiye. Öğretim ise; Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim. Öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi. Bu iki kelimenin anlamlarından da anlaşıldığı üzere, eğitim ve öğretim, birbirinden oldukça farklı, ancak birbirlerini tamamlayan ifadelerdir. Buna göre, bir milletin öz benliği ile ters düşmeyen tüm bilimleri öğrenmek öğretim, onu ülkesinde ve kendi yaşayışında uygulamak ise eğitimdir. Coğrafya dersi, hem eğitim ve hem de öğretim dersidir.

Osmanlı döneminin ilk yıllarından itibaren eğitim ve öğretime büyük önem verilmiştir. Özellikle ilk ve ortaöğretime denk gelen çeşitli eğitim kurumları, eğitim ve öğretimlerini zamanın bilimsel gelişmelerinin üzerinde bir performansla sürdürmüşlerdir. Sözkonusu bu eğitim ve öğretim kurumlarında okutulan derslerden biri de coğrafyadır. İnsanın yaşadığı çevre ile olan ilişkilerini konu alan coğrafya, ilk öğretimden ortaöğretimin son sınıfına kadar temel dersler arasında yerini almıştır.

Bir imparatorluğu ayakta tutan kurumlardan biri de şüphesiz eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Eğitim ve öğretim kurumlarının seviyesi ile bir devletin ömrü, üstünlüğü ve gücü arasında sıkı bir bağlantı vardır.

Osmanlı döneminde eğitim ve öğretim faaliyetleri, her düzeyde, Tanzimat dönemine kadar ücretsiz olarak yürütülmüştür. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti döneminde de, 1980’li yılların sonlarına kadar devam etmiştir. Bu sebeble, eğitim alanında, Cumhuriyet’in 1980’li yıllardan sonraki dönemini, Osmanlı’nın Tanzimat dönemine benzetmek mümkündür.

Osmanlı döneminde Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi

Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte, Anadolu coğrafyasında, Beylikler Dönemi başlar. Anadolu uç beylerinden olan Osmanlı Beyliği 1299 yılında kurulduktan sonra, kısa sürede topraklarını genişletmiş ve beylikten imparotorluğa yükselmiştir. Osmanlılar, yıkılış tarihi olarak kabul edilen 1922 yılına kadar, üç kıtada çok geniş topraklar üzerinde, tarihte ömrü en uzun olarak kabul edilen (623 yıl) imparatorluklardan biri olan Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmuşlardır.

Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren devlet sınırları içinde çok kuvvetli ve yaygın biçimde medrese sistemi kurulmuştur. Medreseler, devletin sonuna ve 1924’de kapatılmalarına kadar işlevlerini yürütmüşlerdir. Devletin üst düzeyde yöneticileri Enderun adı verilen eğitim kurumlarında yetişmişlerdir. Ayrıca tüm Osmanlı şehzadeleri, saraylarda özel eğitim ve öğretime tabi tutulmuşlardır.

Osmanlı medreselerinde, dini ilimlerin ağırlıkta olmasına rağmen, ders adının ve ders saatlerinin değişikliğe uğramasıyla birlikte, müsbet bilimler (Ulum-i Akliye) içinde coğrafya ilmi okutulmuştur.

Osmanlı döneminde, ilköğretimi oluşturan ve halk arasında Sıbyan mektebi veya Mahalle Mektebi adı verilen Darüttalim, Mektep, Mektephane, Darülilim, Muallimhane gibi adlarla anılan eğitim kurumlarını, devlet adamları yada zengin kişiler, çeşitli vakıflar kanalıyla kurarlardı. Bu okullarda öğretmen olabilmek için, sıbyan mektebi mezunları, ilköğretimin üzerinde Ortaöğretim adı verebileceğimiz bir eğitim ve öğretim programına dahil olurlardı. Muallim olabilmek için devam edilen Muallim mekteblerinde okutulan derslerden biri de, Heyet (Sema ve Arz) içinde Coğrafya dersidir.

Osmanlı saraylarında yürütülen eğitim ve öğretim sistemi ise, Şehzadegâh, Meşkhane ve Enderun mektebleridir. Bu eğitim kurumlarında da, Osmanlı Ülkeleri ve dünya hakkında coğrafya bilgilerinin okutulduğu bilinmektedir.

Osmanlı döneminde coğrafya ilmi ve bunun eğitim ve öğretimi ile ilgili gelişmeler, esas itibariyle, 17.yüzyıl başlarından itibaren başlamıştır. Özellikle bu gelişmelerin baş mimarı, Kâtip Çelebi’dir. 1608-1658 yılları arasında yaşamış olan çağını aşan ilim adamlarımızdan Kâtip Çelebi, devrinin en büyük coğrafyacılarından biridir. Coğrafyanın dışında felsefi konularda da eserler veren Kâtip Çelebi, yaşamış olduğu yıllardaki ilim düşmanlığına ve cehalete karşı büyük bir mücadeleye girişmiştir. “Talebeliğin hakirliğine bir saat katlanamayan bir kimse, cehaletin zilletinde ebediyyen kalmaya mahkum olmuş demektir.”diyen Kâtip Çelebi, çağına göre mükemmel ve modern bir eğitim ve öğretim anlayışına sahip bir ilim adamıdır. Kâtip Çelebi’nin eserleri incelendiğinde görülür ki, sadece coğrafya ilmi değil, köklü bir eğitim ve öğretim sistemi üzerinde durduğu anlaşılmaktadır.

Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi’nin esas amacını, insanların yaşadıkları çevre ile olan ilişkilerini inceleyerek, toplumun kalkınmasını ve ilerlemesini sağlaması teşkil eder. Kâtip Çelebi “Cihannüma” adlı eserinde coğrafya ilmi hakkında şu bilgileri verir; “Coğrafya fenninde yalnız ülkelerin ahvali yazılmayıp belki oralarda oturanların usul ve adetleri, devlet işlerinin nasıl yürütüldüğü ve divan ahvali birlikte beyan olunmak, bu fennin vazifesi olduğu cihetinden, tarihe üstünlüğü vardır ve tercih olunur.” Yine Kâtip Çelebi, “Tuhfetü’l-Kibâr fi esfaril Bihar”adlı eserinde de coğrafya ilminin önemini ve gereğini şu şekilde vurgular; “Hafi olmaya ki, devlet işlerini üzerlerine almış olanlara bilinmesi lazım olan işlerden biri coğrafya fennidir. Bütün yeryüzü ahvalini bilmek kolay olmazsa, bari Osmanlı ülkesinin şekli ve etrafta sınırdaş olan memleketlerin tasviri bilinmek gerektir ki, bir yere sefer etmek ve asker göndermek lazım geldikte, ona göre tedarik oluna. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını korumak tedbirlerini almak anında kolay olur. Bu babta fenden habersiz kimseler ile meşveret yetmez, yerli dahi olursa. Zira çok yerli vardır ki, kendi diyarını iyice bilip anlatmaktan acizdir. Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeter: Yerebatası küffar, ol ilimlere ehemmiyet ve değer vererek, Yeni Dünya’yı bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldı. Venedik taifesi gibi bir hor hakir kavim ki, küffar hükümdarları arasında rütbesi duka payesinden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanı ile meşhurdur, Osmanlı İmparatorluğu’nun boğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı kodu...”

Osmanlı Devleti’nde eğitim ve öğretim faaliyetlerinde, ilk yenileşme hareketleri 1773 tarihinde, askeri okullarda başlamıştır. III. Mustafa döneminde, 1773’te, askeri deniz okulu olan Mühendishane-i Bahri-i Hümâyûn açılmıştır. İlk ve orta dereceli bir okula tekabül eden bu askeri deniz okulunda, denizcilik bilgileri, harita bilgisi ve coğrafya dersleri okutulduğu bilinmektedir. 1793 tarihinde, III. Selim döneminde açılan Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn yani Askeri Kara Okulu’nda topçuluk, istihkam ve haritacılık öğretimi yapılmıştır. Öğretim süresi 4 yıl olan bu okulun 2.ve 3. Sınıflarında okutulan 5 adet dersten biri coğrafya’dır.

Sultan II.Mahmut (1808-1839) döneminde, 1824 tarihinde bir fermanla, ilköğrenim zorunlu hale getirilmiş ve çeşitli okullar açılmıştır. Bu okullardan birini teşkil eden ve 1834 tarihinde açılan Mektebi-i Fünun-u Harbiye, iki kısımdan oluşmuştu. 8 yıl süren I. Kısım öğrencilerinden başarılı olanlar, II. Kısıma alınmıştır. Bu okulun ikinci kısmında, zamanın şartlarına göre ileri derecede haritacılık, topoğrafya ve coğrafya alanında dersler okutulmuştur.

II. Mahmut’un mahlası olan Adlî’ye atfen, Şubat 1939’da açılan, özellikle sivil memur yetiştirmeyi amaçlayan Rüşdiye düzeyindeki Mekteb-i Maarif-i Adliye okulunun ders programında coğrafya dersi de yeralmıştır.

II. Mahmut döneminde diğer bilim dallarında olduğu gibi Coğrafya alanında da, ders kitaplarına büyük ağırlık verilmiştir. Ders kitapları hazırlanırken önemli ölçüde kısaltmalara gidilmiş, bunun sonucunda coğrafya alanında araştırma ve yorumlara dayanan bilgilerden uzak kalınmış ve sonuçta coğrafya isim ezberlenen bir ders olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak bu kısaltmalar ve ezbercilik, coğrafya ilmindeki gelişmeleri uzun yıllar geciktirmiştir.

Sultan Abdülmecit (1839-1861), 1839’da tahta çıkınca, Reşit Paşa’nın etkisiyle, Tanzimat Fermanı (ya da Gülhane Hatt-ı Hümayûnu) denen bir ferman yayınlamış ve 1876 yılına kadar devam eden Tanzimat Devri’ni başlatmıştır. Sultan Abdülmecit (1839-1861) ile Sultan Abdülaziz (1861-1876)’in padişahlık dönemlerini içeren Tanzimat döneminde, siyasal ve sosyal bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu arada, eğitim ve öğretim konusunda da bazı düzenlemelere gidildiği görülmektedir. Bunların başında ortaöğretimde atılan yenilik ve gelişmeler gelir. Bu dönemde, orta öğretimi temsil eden Rüşdiyeler, İdadiyeler ve Sultaniyelerin sayısı hızla artırılmıştır. 1852 yılında İstanbul’da 12 Rüşdiye bulunmaktayken, 1874’de bu sayı 18’e yükselmiştir. 1853’de taşrada büyükçe şehir merkezlerinde 25 Rüşdiye açılmıştır. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi gereğince, Osmanlı ülkelerinde hane sayısı 500’ü geçen şehir ve kasabaların tümünde Rüşdiye açılması zorunlu kılınmıştır. Öğretim süresi 4 yıl olan bu okulların yapımı ve her türlü ihtiyaçları Maarif İdaresi sandığından karşılanmıştır. Sözkonusu nizamnameye göre; erkek ve kız rüşdiyeleri ile idadiyelerin ders programlarında coğrafya dersi mecburi ders olarak konmuştur.

İptidai mektep denen ilkokullara öğretmen yetiştirmek amacıyla, 1868’de İstanbul’da Darulmuallimin-i Sıbyan mektebi açılmıştır. Öğretim süresi 1 yıl olarak düşünülen bu okulda, coğrafya dersi ders programına konmuştur. Bu tür okullar taşrada 1875’den itibaren açılmaya başlanmıştır. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne göre, Rüşdiye, İdadiye ve Sultaniye şubelerinden oluşan bir büyük Darulmuallimin kurulması öngörülmüş ve bu okulların ders programları ayrı ayrı düzenlenmiştir. Okulun açılması ancak 1874’de Sıbyan, Rüşdiye ve İdadiye şubelerini kapsayacak şekilde mümkün olmuştur. Öğrenim süresi 2 yıl olan Darulmuallimin-i Sıbyan mektebinde, okutulan derslerden biri de Muhtasar Coğrafya’dır. Öğrenim süresi 3 yıl olan Darülmuallimin-i Rüşdiye’de Coğrafya, yine öğretim süresi 3 yıl süren Darulmuallimin-i İdadiye’de Kozmoğrafya ve Mebadi-i Ulum-i Tabiiye dersleri diğer derslerle birlikte zorunlu olarak okutulmuştur. 1877’de Darülmuallimin- Rüşdi ve Mülkiye Mekteblerinin ders programlarında her üç yıl için ayrı ayrı coğrafya dersi okutulduğu belirlenmiştir.

Tanzimat döneminde de, coğrafya ders kitapları hazırlanmasına devam edilmiştir. 1871 yılında, Abdurrahman Paşazade Abdulhalim tarafından Coğrafya-i Kebir, 1875 yılında Şirvanlı Ahmet Hamdi tarafından Usul-i Coğrafya-i Kebir adlı eserler yayınlanmıştır. Sultan Abdülhamid döneminde de (1876-1909) coğrafya alanında gerek ders kitapları ve gerekse ilmi manada eserlerin yayınlanmasına devam edilmiştir. Osmanlı döneminin çeşitli eğitim kademelerinde görev yapan Selim Sabit Efendi (1829-1910), 1874 tarihinde yayınlanan Rehnümâ-yı Muallimîn (Öğretmenlere Rehber) adlı kitabında şunları kaydeder; “ Coğrafyada öğrencilere harita ve yer küresi üzerinde beş kıta tanıtılacak, harita çizilmesi öğretilecektir.”

10 Mayıs 1876’da, İstanbul’da öğrenciler, iç ve dış siyasi alandaki olumsuz gelişmeleri protesto etmek için dersleri bıraktılar. 30 Mayıs 1876’da, V.Murat tahta çıkarıldı. Çok geçmeden 31 Ağustos 1876’da Sultan II. Abdulhamid tahta çıktı. 23 Aralık 1876’da, Padişah; Kanun-ı Esasi’yi kabul ve ilan etti. Böylece I.Meşrutiyet Devri başlamış oldu. Kanun-i Esasi’ye eğitim ile ilgili önemli maddeler girmiş olmasına rağmen, savaşlar nedeniyle hiçbir çalışma yapılamamıştır. Ruslar’ın İstanbul önlerine kadar gelmeleri, Kars, Ardahan ve Batum’u almaları, Osmanlı Devlet yetkililerini zor durumda bırakmıştır. Sultan II. Abdülhamid, 13 Şubat 1878’de parlemantoyu süresiz kaparak I. Meşrutiyet dönemini son vermiştir. 1878’den 1908 yılına kadar devam eden 20 yıllık Mutlakiyet döneminde, eğitim ve öğretim alanında önemli atılımlar yapılmıştır.

1882-1890 yılları arasında Rüşdiye’yi de içine alan İdadilerin Osmanlı ülkelerinde geniş ölçüde yayıldığı görülür.Bunlar, il merkezlerinde Rüşdiye ile birlikte 7 yıl, sancak merkezlerinde Rüşdiye ile birlikte 5 yıl eğitim ve öğretim veren idadilerdir. Abdülhamit dönemi sonlarında Osmanlı Ülkelerinde, 619 Rüşdiye (74’ü kız), 109 İdadiye mektebi bulunmaktaydı. Rüşdiyelerde 40 bin, İdadilerde 20 bin olmak üzere toplam 60 bin öğrenci eğitim ve öğretim görmekteydi. Maarif Salnamesi’nde,1898-1899 Eğitim ve Öğretim yılındaki İdadi ve Rüşdiyelerin ders programları incelendiğinde, coğrafya ders sayıları ve saatlerinin artmış olduğu görülür. Buna göre, İdadi ve Rüşdiyelerin 7.yılında 1 saat, diğer ilk 6 yılında her yıl haftada 2’şer saat coğrafya dersi ders programlarında yeralmıştır.

1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin Darulmuallimin ile ilgili bazı hükümler, 1891 yılında değiştirilmiştir. Bu değişikliğe göre, Darulmuallimin’in İdadi şubeleri kapatılarak, her şubesi 2’şer yıl olmak üzere İptidaiye, Rüşdiye ve Âliye şubelerinden oluşmuştu. 1900 tarihinde darülmualliminlerin sayısı taşrada 15’i bulmuştu. 1898 tarihli Darulmuallimin ders programında, İptidaiye şubesinin 1.sınıfında Mebadisi ve Osmanlı Coğrafyası 2 saat, 2.sınıfında Umumi ve Osmanlı Coğrafyası 3 saa okutulmuştur. Kadın öğretmen yetiştiren 3 yıllık Darülmuallimat’ın (1898); 1.sınıfında 2, 2.ve 3.sınıflarında 1’er saat olmak üzere coğrafya dersi zorunlu dersler arasında yerini almıştır.

Mutlakiyet döneminde, ilk, orta ve yüksek öğretime yönelik olmak üzere çeşitli coğrafya kitabları, coğrafya sözlükleri ile askeri haritalar hazırlanmıştır. Yağlıkçızade Ahmed Rıfat Efendi’nin 1883 tarihinde hazırladığı Lügat-ı Tarihiyye ve Coğrafiye (7 cilt), Şemseddin Sami’nin 1889-1899 tarihleri arasında hazırladığı Kamusü’l-â’lâm (6 cild), Kolağası Ali cevad’ın 1897- 1900 yılında hazırladığı Memalik-i Osmaniyye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı (4 cilt) dönemin coğrafya ile ilgili çok sayıda maddeyi içeren önemli sözlüklerdir.

23 Temmuz 1908’de yeniden parlemanto açılıp II. Meşrutiyet dönemine geçildi. 1918 yılına kadar devam eden II. Meşrutiyet dönemi, siyasi ve askeri çalkantılarla geçmiştir. Trablusgarp Savaşı (1911), Balkan Savaşı (1912-1913) ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) bu dönemin önemli olaylarıdır. Özellikle Balkan Savaşları’nın ardından yaşanan büyük felaketlerden sonra, Osmanlı toplumunda, “Çökmekte olan Osmanlı Devleti’ni ancak eğitim ve öğretmenler kurtaracaktır. ”görüşü yaygınlaşmış ve bu görüş, toplumun eğitim ve öğretime eğilmesine yol açmıştır. Ancak ardı arkası kesilmeyen savaşlar, zaman zaman eğitim ve öğretimi sekteye uğratmıştır.

1908 tarihinde, 12 vilayet merkezindeki İdadilerin adı Sultaniye olarak değiştirildi. Sultanilerin sayısı Birinci Dünya Savaşı sıralarında 50’yi bulmuştu. Sultanilerin adına, 1911 yılında Lise denilmesi düşünülmüşse de, bu değişiklik ancak 1922 yılı sonunda gerçekleşmiştir. Öğrenim süresi 3 yıl olarak kabul edilen Sultanilerin, 1915 yılı ders programlarında, coğrafya derslerinin mecburi ders olarak yerini aldığı görülmektedir. Yine aynı yıl Darülmuallimin-i İptidai’nin ders programlarında, coğrafya dersleri, ilk üç yıl 2’şer saat, 4.sınıfta 1 saat olarak planlanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine gelindiğinde, devletin savaşlarda sürekli yenilgi alması ve zayıflamasına rağmen, bilimsel yönden önemli bir gerileme olmadığı dikkati çeker. Koca imparatorluk, sanki yeniden kurulacakmış gibi coğrafi alanda da çalışmalar devam eder. Özellikle 1913’lü yıllarda gerek Tefeyyüz ve gerekse Kanaat kitabevleri tarafından çok sayıda coğrafi eser yayınlanır. Bunlardan Tefeyyüz Kitabevi tarafından yayınlananların sayısı 30’u bulur. Bunlardan 6’sını çeşitli boyutlarda atlaslar teşkil eder. Bunlar arasında şu kitablar dikkat çekicidir; İbn Nüzhet Cevat bey tarafından yazılan, “Haritalı Musavver Coğrafya-i Umumi (1.ve 2.sene)”, “Haritalı Musavver Memalik-i Osmaniye Coğrafyası (1.ve 2.sene)”, Behram Münir bey tarafından yazılan “Vatan-ı Mukaddes Yahud Memalik-i Osmaniye Coğrafyası”, “Nevasül Resimli ve Haritalı Rehnümay-ı Coğrafya (1.ve 2.sene), “Yeni Tarzda Coğrafya”, Ali Tevfik bey tarafından kaleme alınan “Nevasül Coğrafya-i Umumi”, “Memalik-i Mahrusa Coğrafyası”, “Mufassal Memalik-i Osmaniye Coğrafyası”, Hüseyin Hıfzı bey tarafından hazırlanan “ “Mebde-i Coğrafya”, “Sualli ve Cevablı Musavver Coğrafya-i Osmani”, “Sualli ve Cevablı Rehnümay-ı Coğrafya-i Umumi”, “Sualli ve Cevablı Talim-i Coğrafya”, Ali Nazım beyin “Yeni Tertip Coğrafya Beş Kıta”, “Küçük Coğrafya”, “Haritalı Küçük Coğrafya” dır. Ayrıca atlaslar arasında, Muhammed Eşref bey tarafından hazırlanan “ Rüşdiye Mektebleri Atlası”, “İbtidaiye Mekteb-i Atlası”, “Umumi Mekteblere Mahsus Atlas”, “Mükemmel ve Mufassal Coğrafya-i Umumi Atlası” ile Nasrullah ve Rüşdü beyler tarafından hazırlanan “Mükemmel ve Mufassal Memalik-i Osmaniye Atlası” gibi eserler sayılabilir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, özellikle Sorbon Üniversitesi Mezunu, Darü’l-Fünun, Mülkiye Mektebi, Yüksek Muallim ve Maliye Mekteblerinde coğrafya öğretmenliği yapmış olan Faik Sabri (DURAN)’nin Kanaat Kitabevi tarafından yayınlanan kıtalar ve Osmanlı Coğrafyasına ait eserleri önemlidir. Bunlardan “Avrupa” adlı eserinin önsöz kısmında, Faik Sabri’nin ilk cümleleleri şunlardır; “ Coğrafya bu son senelerde mühim bir değişime uğradı. Bundan otuz sene evvelki şeklinden artık çıktı ve son tereddütlerini atarak asıl maksad ve gayesine kavuştu. Mevcut ilimler arasında kendini mühim bir yer hazırladı. Bilinmeyen esaslara dayanan eski coğrafyanın karışık ve faydasız tekerlemeleri ile artık yetinilemez. Bundan böyle öğretmenler derslerinde öğrencilerine yalnız isim ezberlemekle vakit geçiremezler. Kıtalar, memleketler hakkında öğrencilerde unutulmaz hatıralar uyandırmaya, zihinlerde kalıcı izler bırakmaya, doğal olayları, çevrenin tesirini araştırmayı ve açıklamayı onlara alıştırmaya borçludurlar. Çünkü bugünün coğrafyası, yalnız ruhsuz isimler, uzun ve manasız rakamlar coğrafyası değil; fikirler, muhakemeler, mülahazalar coğrafyasıdır...”


Osmanlı Döneminde Azınlık ve Yabancı Okullarında Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi

Fatih Sultan Mehmed Han, 1453’de İstanbul’u fethettiğinde, bir lütuf olarak Rumlara ve Galata Latinlerine, inanç ve ibadetlerini sürdürmelerinde, mahalli idarelerinde, gelenek ve göreneklerini uygulamada ve benliklerini korumada sınırsız hak ve imtiyazlar vermiştir. Aynı haklardan Ermeniler ve daha sonraları Yahudiler de yararlanmışlardır. Azınlıkların serbest olduğu alanlardan biri de, eğitim ve öğretimdir. O dönemlerde, dini eğitim ile müsbet ilimler eğitimi aynı çatı altında yürütüldüğünden, azınlık okullarının eğitim ve öğretim sistemleri, Osmanlı eğitim ve öğretim sistemine benzerlik göstermektedir.

Osmanlı sınırları içinde, Rum, Ermeni ve Yahudilere ait azınlık okulları, denilebilirki hemen hemen Osmanlı İmparatorluğu’nun her döneminde eğitim ve öğretimlerini devam ettirmişlerdir. Sözkonusu bu azınlık okullarında, zaman, mekan ve milliyetlere göre değişen, az veya çok coğrafya dersleri okutulmuştur.

Programı Fransız eğitim sistemine göre hazırlanmmış olan ve 1868’de İstanbul’da açılan Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde okutulan dersler arasında, Genel Coğrafya ve Osmanlı Coğrafyası dersleri de yeralmıştır.

Maarif Nazırı Zühtü Paşa’nın Protestan Okulları hakkında Abdülhamit’e arzettiği 1893 tarihli tezkerede, Beyrut’ta eğitim ve öğretimini sürdüren Amerikan Protestan Mektebi’nin ders programında mecburi derslerden birinin coğrafya olduğu görülür.

Österreichisches Sankt Georgs Kolleg 1882-1982 adlı kitabta, Avusturya Sankt Georgs kollejlerine ait 1897 tarihli ders cetvelinde, okulların 3-4-5-6.sınıflarında coğrafya dersleri okutulduğu kaydedilmektedir.

Osmanlılar da Coğrafya-4

Gerileme ve Yıkılış’ta Coğrafya’nın Etkileri

Osmanlı Devleti’nin Gerileme döneminde, coğrafi bilgi eksikliği, koskoca bir devletin yıkılışında önemli etkisi olmuştur. Gerileme döneminde yapılan tüm savaşlar incelendiğinde, bu etki açıkça görülmektedir. Sözgelimi Gerileme döneminde yapılan Kırım Savaşı’nın sonucunu da coğrafya tayin etmiştir. 14 Kasım 1854 tarihinde ansızın ortaya çıkan beklenmedik kasırga, İngiliz donanmasını darmadağın eder ve İngiliz donanmasının planı gerçekleşemez. Böylece Sivastopol’un kuşatılması gecikir. Ve savaşın gidişatı değişir.

Çanakkale Savaşları, coğrafi bir yaklaşımla ele alındığında, coğrafyanın önemi açıkça görülür. Gerçekten bugün bile Gelibolu yarımadasını ve Çanakkale Boğazı’nı gezip gören bir insan, bölge topografyasının cazibesine kapılır. Savaşların geçtiği yarımadadaki önemli tepelerin hepsi, tatlı su kaynaklarının hemen tamamı, Türk askerlerinin kontrolü altında kalmıştır. Öte yandan boğazın topografik özelliği, düşman gemilerinin ilerlemesine engel olmuştur. Bölgeye hakim tepeler ve tatlı su kaynaklarının mevcudiyeti, Türk Ordusunu, düşman kuvvetlere karşı üstünlük sağlamıştır. Tüm bu coğrafi avantajlara ek olarak, iklim şartları da Türk tarafına avantaj sağlamıştır. Gelibolu yarımadasına yapılan çıkartma gecesi aniden çıkan fırtına, İngiliz kuvvetlerinin farklı bölgeden karaya çıkmasına yol açmış ve bu gelişme savaşın seyrini değiştirmiştir.

Gerileme dönemindeki, coğrafi bilgi eksikliğine örnekler oldukça fazladır. Bunların içinde Sarıkamış Harekatı ve Yemen Savaşları en bariz olanlarıdır. Sarıkamış Harekatı’nda, Erzurum’da bulunan ordu komutanı tarafından Enver Paşa’ya, harekat mevsiminin bölge iklim şartlarına uygun olmadığı hatırlatılmış, ancak zafere bir an önce ulaşmayı düşleyen, sabırsız ve coğrafi bilgiden yoksun Enver Paşa, komutayı eline almış ve Aralık ayının son günlerinde harekatı başlatmıştır. Oysa Aralık ve Ocak aylarının, bölgede çok sert ve soğuk geçtiği bilinen bir gerçektir. Enver Paşa’nın bu gerçeği göz ardı etmesi, 90 bin Türk askerinin donarak şehit olmasına ve harekatın başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmıştır. Bu yanılgı, gerçekten Osmanlı tarihinde yapılmış en büyük yanılgılardan birisidir ve Yüce Devletin tamamen yok olmasına yol açmıştır.

Yemen Savaşları, Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutar. Yemen Savaşları’nda Osmanlı Ordusu, İngiliz ve Arap kuvvetlerine değil, bölgenin ağır coğrafi şartlarına yenilmiştir. “Burası Huştur, Yolu Yokuştur. Giden gelmiyor, acep ne iştir.” türküsü, coğrafi şartların olumsuzluğunu açıkça ortaya koyar. Huş kasabasının (Muş değil, türkünün aslı ve Yemen coğrafyası incelendiğinde, Huş olduğu görülür), dik ve sarp yokuşu, bölgenin aşırı şekilde sıcak ve kurak oluşu, Osmanlı askerlerini çok zora sokmuştur. Olumsuz iklim ve topografik özellikler, Yemen’de 500 bine yakın Türk askerin şehit olmasına yol açmıştır. Peki, bu savaşlarda coğrafya, neden göz önünde tutulmamıştır? Bunun cevabı gerçekten açık ve nettir. Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde, “Yüce Devlet Olma Gururu” hep ön planda olmuştur. Öte yandan savaşların bir kısmı Osmanlı Devleti’nin isteği dışında başlatılmış, bir kısmında da acelecilik ve bilgisizlik yüzünden coğrafya saf dışı bırakılmıştır. Böylece Anadolu Coğrafyası’nın ortaya çıkardığı Yüce Osmanlı Devleti, coğrafi bilgisizlik ve olumsuzluklar yüzünden gerilemeye ve yıkılmaya mahkum edilmiştir. Ancak bu coğrafya, gelecek yüzyıllarda, büyük devlet çıkarma özelliğini korumaktadır.

Not: Bu makalede yararlanılan kaynakların sayısı çok fazla olduğundan, burada verilmemiştir. Ancak bu konu ile ilgili ayrıntılı bir çalışma tarafımızdan yürütülmektedir. Çalışma kitap olarak yayınlandığında, yararlanılan kaynakların tümü verilecektir.

Osmanlılar da Coğrafya-3

İstanbul’un Fethedilmesi ve Yüce Devlet Olma

İstanbul’un fethi iyi tahlil edildiğinde, Osmanlı’nın coğrafyayı ön planda tuttuğu açıkça görülür. Anadolu ve Rumeli hisarlarının yapılması, boğazların coğrafi özelliğinden dolayı, Bizans lehine olan coğrafyayı, Osmanlı lehine çevirme hareketi olarak algılanmalıdır. Öte yandan kuşatmanın ilkbahar mevsiminde (Nisan ayı) başlatılması ve mayıs ayının sonunda başarıya ulaşılması ise, tamamen bölge iklim şartları ile uyum içindedir (29 Mayıs 1453). Kuşatmanın son günlerinde (Mayıs ayının üçüncü haftasında), beklenen başarı elde edilemeyince, Padişah II. Mehmet Han’ın huzursuzluğu ve acele etmesi (zafer için atını denize sürmesi ve karadan gemileri Haliç’e indirmesi), iyi tahlil edildiğinde, yaz sıcaklarının yaklaşması ve böylece başarının bir başka bahara kalacağı endişesi yatmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet’in yapmış olduğu savaşlarda coğrafi avantaj hep ön plandadır. Yine Fatih’in Amasra’nın fethi için, Amasra’ya hakim bir tepeye geldiğinde; “Burası, çeşm-i cihan (Dünya’nın Gözü) olsa gerek.”dediği ve tepeden yamaç aşağı askerleri ile kolayca Amasra’yı alışında coğrafya önemli rol oynamıştır.

Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferi, oldukça zor coğrafi şartlar altında yapılmıştır. O dönemin askeri üstünlüğü, seferi başarıyla sonuçlanmıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde, Mısır, Hicaz ve Yemen, Anadolu ile hiçbir zaman coğrafi bütünlük oluşturmadığından, Osmanlı’ya çok pahalıya mal olmuş ve koskoca devletin yıkılışında önemli etkileri olmuştur.

Bilimde ve Mekanda Gerileme Dönemi

Her ne kadar, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın dönemini Osmanlı Devleti’nin zirveye ulaştığı dönem olarak kabul edilse de, çoğu tarihçiler tarafından bu dönemin gerilemeye doğru yüz tuttuğu bir dönem olarak kabul edilir. Çünkü bu dönem artık Osmanlı Yüce Devleti’nin sınırları oldukça zorlanmış ve doğal coğrafi sınır hayli aşılmıştır. Gerek Arap yarımadası ve gerekse Kuzey Afrika, Osmanlı Coğrafyası ile hiçbir zaman bir bütünlük sağlayamamıştır. Öte yandan Balkanlar’da Tuna nehri, doğal bir coğrafi sınırı oluşturmaktadır. Osmanlı’nın Balkanlar’da doğal sınır olan Tuna’yı zorlaması ve nehrin öbür yakasına geçmek için göstermiş olduğu gayretler, Osmanlı Devleti’ne çok pahalıya mal olmuştur.

Viyana kuşatmasındaki başarısızlık, coğrafyanın ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Kanuni Sultan Süleyman, 1529 yılında Viyana’yı kuşatmak üzere sefere çıkar. Ancak hava şartları göz önünde tutulmaz. Oysa mevsim, Balkanlarda yağmur mevsimidir. Buda ile viyana arasında bardak boşanırcasına yağan yağmur, yolları geçilemez hale getirir. Tam anlamıyla bataklığa dönüşen bölgede özellikle toplar taşınamaz. Buna rağmen Eylül sonlarında kuşatma başlatılır. Hava şartları iyice kötüleşmiş ve durmadan yağmur yağar. Yağışlar ile birlikte umulmadık derecede sert soğuklar yaşanır. Yağmur ve soğuk, Osmanlı ordusunu perişan eder. Bir taraftan yağmur ve soğuk, öte yandan açlık ve hastalıklar, ordunun moralini iyice bozar. Üç hafta süren kuşatma boyunca, gün geçtikçe şartlar kötüleşir. Padişah, tüm askeri birliklerini geri çekip, kuşatmayı yarıda keser ve böylece Viyana kuşatması başarısız sonuçlanır. Viyana, Osmanlı için bir hayal olarak kalır. Hatta bu başarısız kuşatma harekatı, Osmanlı Ordusu’nun moralini bozmuş ve fetih ruhunu zedelemiştir. Bir bakıma Osmanlı Devleti’nin, duraklama dönemine geçişi coğrafya tayin eder.

Bu dönemi, Katip Çelebi (1609-1657), çok güzel tahlil eder. Katip Çelebi “Cihannüma” adlı eserinde coğrafya ilmi hakkında şu bilgileri verir; “Coğrafya fenninde yalnız ülkelerin ahvali yazılmayıp belki oralarda oturanların usul ve adetleri, devlet işlerinin nasıl yürütüldüğü ve divan ahvali birlikte beyan olunmak, bu fennin vazifesi olduğu cihetinden, tarihe üstünlüğü vardır ve tercih olunur.” Yine Kâtip Çelebi, “Tuhfetü’l-Kibâr fi esfaril Bihar”adlı eserinde de, Osmanlı Devleti’nin gerileme sebebini coğrafyaya bağlar ve coğrafya ilminin önemini ve gereğini şu şekilde vurgular;“Hafi olmaya ki, devlet işlerini üzerlerine almış olanlara bilinmesi lazım olan işlerden biri coğrafya fennidir. Bütün yeryüzü ahvalini bilmek kolay olmazsa, bari Osmanlı ülkesinin şekli ve etrafta sınırdaş olan memleketlerin tasviri bilinmek gerektir ki, bir yere sefer etmek ve asker göndermek lazım geldikte, ona göre tedarik oluna. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını korumak tedbirlerini almak anında kolay olur. Bu babta fenden habersiz kimseler ile meşveret yetmez, yerli dahi olursa. Zira çok yerli vardır ki, kendi diyarını iyice bilip anlatmaktan acizdir. Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeter: Yerebatası küffar, ol ilimlere ehemmiyet ve değer vererek, Yeni Dünya’yı bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldı. Venedik taifesi gibi bir hor hakir kavim ki, küffar hükümdarları arasında rütbesi duka payesinden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanı ile meşhurdur, Osmanlı Devleti’ninboğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı kodu...” Gerçekten de öyledir. Gerileme döneminde yapılan tüm savaşlarda coğrafya hep göz ardı edilmiştir.