Ziyaretcilerin Dikkatine

Arama motorlarında görünen başlık yada içerik görünmüyorsa lütfen aşağıdaki site içi aramayı kullanınız. Arama yaptıktan sonra aradığınız kelime ile ilgili başlığa tıklayıp araştırmanıza devam edebilirsiniz.

Bu Blogda Ara

12 Mart 2008 Çarşamba

Osmanlılar da Coğrafya-6

Cumhuriyet döneminde Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi

Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçişte, Türk bilim tarihinde önemli bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim harf devrimidir. Sözkonusu bu devrim ile, kurulan genç Cumhuriyet, Batı Bilim dünyası ile yakınlaşırken, Osmanlı Bilim Dünyası’ndan oldukça uzaklaşmıştır. Harf devriminin ardından, cumhuriyetin ilk yıllarında, diğer tüm bilimlerde olduğu gibi, Coğrafya bilim alanında da, Osmanlıca yazılmış eserlerin çok az bir kısmının Yeni Türkçe’ye çevrilmiş olduğunu görmekteyiz.Çünkü kısa bir süre içinde, 600 yıllık bir birikimin hemen yeni kuşağa aktarılması imkansızdır. Bu nedenle Yeni Türkçe’ye çevrilen eserlerin çoğunluğunu okul ders kitabları teşkil etmiştir. Özellikle bu alanda, Faik Sabri’nin çalışmaları kayda değerdir. Faik Sabri, osmanlıca olarak yazmış olduğu, Türkiye Coğrafyası ve Kıtalar Coğrafyası ile ilgili eserlerini, harf devriminden sonra Yeni Türkçe’ye çevirmiştir. Ancak hayatta olmayan ve çok eski dönemlerde yaşamış coğrafyacıların eserleri, arşiv ve kütübhanelerde, uzun yıllar bir daha açılmamak üzere tozlu raflara kaldırılmıştır.

1924 tarihinde, öğretim süresi 5 yıl olan Darülmuallimin ve Darülmuallimat’ın 1 ve 3.sınıflarında 2’şer, 2 ve 4.sınıflarında 1’er saat coğrafya dersi okutulmuştur. Bu okullar, 1932-33 Öğretim yılında süresi 6 yıla çıkarılmış, ilk üç yılında genel ortaokulların programları uygulanmaya başlanmıştır. 1937-1938 Eğitim ve Öğretim yılında 3 yıllık Lise kısmında, coğrafya dersleri, 1 ve 3.sınıflarda 2’şer saat, 2.sınıfta 1 saat olarak programa konulmuştur. 1937-1938 Eğitim ve Öğretim yılında, 3 yıllık ortaokulların bütün sınıflarında ve yine 3 yıllık liselerin ilk iki sınıfında 2’şer saat, lise son sınıfta 1 saat olmak üzere coğrafya dersi okutulmuştur.

Cumhuriyet döneminde, ortaöğretim kurumlarında okutulan ders kitabları, uzun yıllar Ord.Prof.Dr. Besim Darkot, Prof.Dr. Sırrı Erinç ve Sami Öngör tarafından hazırlanmıştır. Bu kitabların, Ortaöğretim coğrafya öğretimine büyük katkıları olmuştur. 1987’li yıllardan sonra, ortaöğretim ders kitabları hazırlanmasında, Prof.Dr. Reşat İzbırak, Prof.Dr. Sırrı Erinç, Prof.Dr. İbrahim Atalay, Prof.Dr. Cemalettin Şahin, Prof.Dr. Erdoğan Akkan, Prof.Dr.Hayati Doğanay gibi akademisyenlerin katkıları büyük olmuştur.

1981-1982 Eğitim ve Öğretim yılı, ders programları incelendiğinde, ortaöğretimin orta kısmında Tarih ile Coğrafya derslerinin konuları birleştirilerek, 1 ve 2.sınıflarında 4’er, 3.sınıfında 3 saat olarak Sosyal Bilgiler dersi adı altında işlenmiştir. Lise kısmında ise 1 ve 2.sınıflarda 2’şer saat Coğrafya dersi yeralmış, ancak Lise son sınıfına Coğrafya dersi konmamıştır.

Cumhuriyet döneminde, coğrafya derslerinde ağırlıklı olarak Türkiye Coğrafyası konuları okutulmuştur. Bu uygulama 1987 yılına kadar sürdürülmüştür. Ancak 1987-1988 Öğretim yılında uygulamaya konulan müfredat programlarında coğrafya dersleri hem ders sayıları ve hem de ders kredileri azaltılmış, konular iyice yüzeyselleştirilmiştir. Bu müfredat programına göre, Ticaret ve Endüstri Meslek liselerinden coğrafya dersleri kaldırılmıştır. Liselerin ikinci ve üçüncü sınıfların fen bölümlerinde “seçmeli ders” konumuna getirilmiştir. Üniversite giriş sınavlarında, fen puanına göre yükseköğretim kurumuna kaydolmak isteyen fen bölümü öğrencileri, coğrafya dersi gereksiz diyerek bu dersi çoğunlukla seçmemişlerdir. Öte yandan sınıflarda okutulan coğrafya dersleri, coğrafyanın ilke ve metodlarından oldukça uzaklaştırılmıştır.

Cumhuriyet Döneminde Azınlık ve Yabancı Okullarında Coğrafya Eğitim ve Öğretimi

Maarif vekaletince onaylanan 1955-1956 Öğretim yılından itibaren uygulamaya konulmuş ders programlarına göre; Özel okulların orta kısımlarında, 1 ve 2.sınıflarda haftada 2’şer saat, 3.sınıfta 1 saat, lise kısımlarında 1-2-3.sınıflarında haftada 2’şer saat olmak üzere coğrafya dersi okutulması belirlenmiştir.

18 Ocak 1960 tarihli Maarif vekaletince onaylanan ders programlarına göre; Liseler için tüm sınıflarında 2’şer saat coğrafya dersi okutulması öngörülmüştür. 2 Kasım 1960 tarihinde, yabancı okulların ders programları yeniden görüşülmüş ve bazı değişikliklerle kabul edilmiştir. Buna göre, bu okulların orta kısımlarında bütün sınıflarda haftada 2’şer saat , Lise kısmında 1 ve 2. Sınıflarında 2’şer saat, 3 ve 4.sınıflarında 1’er saat coğrafya dersi konmuştur.

Bundan sonra yabancı okulların ders programlarında, farklı zamanlarda bazı değişiklikler içeren programlar hazırlanmışsa da, coğrafya ders programlarında pek fazla değişiklik olmamıştır. Ancak coğrafya derslerinde, Türk okullarında okutulan Türkiye Coğrafyası dersi yerine, azınlık okulunun bağlı bulunduğu ülkenin coğrafyası ağırlıklı olarak ders programlarında yeralmıştır.

1991-1992 öğretim yılında uygulamaya konulan “Ders Geçme ve Kredi Sistemi”, Türk okullarında olduğu gibi, yabancı özel okullarda da bazı değişikliklere sebeb olmuştur. Buna göre, Özel okulların 1 ve 2.sınıflarına mecburi 2’şer saat coğrafya dersi konmuş ve diğer sınıflarda coğrafya seçmeli dersler arasında gösterilmiştir.

Osmanlılar da Coğrafya-5

OSMANLI ORTA ÖĞRETİMİNDE COĞRAFYA

Eğitim; Belli bir konuda, bir bilgi ve bilim dalında yetiştirme ve geliştirme, eğitme işi. Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme, terbiye. Öğretim ise; Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim. Öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi. Bu iki kelimenin anlamlarından da anlaşıldığı üzere, eğitim ve öğretim, birbirinden oldukça farklı, ancak birbirlerini tamamlayan ifadelerdir. Buna göre, bir milletin öz benliği ile ters düşmeyen tüm bilimleri öğrenmek öğretim, onu ülkesinde ve kendi yaşayışında uygulamak ise eğitimdir. Coğrafya dersi, hem eğitim ve hem de öğretim dersidir.

Osmanlı döneminin ilk yıllarından itibaren eğitim ve öğretime büyük önem verilmiştir. Özellikle ilk ve ortaöğretime denk gelen çeşitli eğitim kurumları, eğitim ve öğretimlerini zamanın bilimsel gelişmelerinin üzerinde bir performansla sürdürmüşlerdir. Sözkonusu bu eğitim ve öğretim kurumlarında okutulan derslerden biri de coğrafyadır. İnsanın yaşadığı çevre ile olan ilişkilerini konu alan coğrafya, ilk öğretimden ortaöğretimin son sınıfına kadar temel dersler arasında yerini almıştır.

Bir imparatorluğu ayakta tutan kurumlardan biri de şüphesiz eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Eğitim ve öğretim kurumlarının seviyesi ile bir devletin ömrü, üstünlüğü ve gücü arasında sıkı bir bağlantı vardır.

Osmanlı döneminde eğitim ve öğretim faaliyetleri, her düzeyde, Tanzimat dönemine kadar ücretsiz olarak yürütülmüştür. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti döneminde de, 1980’li yılların sonlarına kadar devam etmiştir. Bu sebeble, eğitim alanında, Cumhuriyet’in 1980’li yıllardan sonraki dönemini, Osmanlı’nın Tanzimat dönemine benzetmek mümkündür.

Osmanlı döneminde Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi

Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte, Anadolu coğrafyasında, Beylikler Dönemi başlar. Anadolu uç beylerinden olan Osmanlı Beyliği 1299 yılında kurulduktan sonra, kısa sürede topraklarını genişletmiş ve beylikten imparotorluğa yükselmiştir. Osmanlılar, yıkılış tarihi olarak kabul edilen 1922 yılına kadar, üç kıtada çok geniş topraklar üzerinde, tarihte ömrü en uzun olarak kabul edilen (623 yıl) imparatorluklardan biri olan Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmuşlardır.

Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren devlet sınırları içinde çok kuvvetli ve yaygın biçimde medrese sistemi kurulmuştur. Medreseler, devletin sonuna ve 1924’de kapatılmalarına kadar işlevlerini yürütmüşlerdir. Devletin üst düzeyde yöneticileri Enderun adı verilen eğitim kurumlarında yetişmişlerdir. Ayrıca tüm Osmanlı şehzadeleri, saraylarda özel eğitim ve öğretime tabi tutulmuşlardır.

Osmanlı medreselerinde, dini ilimlerin ağırlıkta olmasına rağmen, ders adının ve ders saatlerinin değişikliğe uğramasıyla birlikte, müsbet bilimler (Ulum-i Akliye) içinde coğrafya ilmi okutulmuştur.

Osmanlı döneminde, ilköğretimi oluşturan ve halk arasında Sıbyan mektebi veya Mahalle Mektebi adı verilen Darüttalim, Mektep, Mektephane, Darülilim, Muallimhane gibi adlarla anılan eğitim kurumlarını, devlet adamları yada zengin kişiler, çeşitli vakıflar kanalıyla kurarlardı. Bu okullarda öğretmen olabilmek için, sıbyan mektebi mezunları, ilköğretimin üzerinde Ortaöğretim adı verebileceğimiz bir eğitim ve öğretim programına dahil olurlardı. Muallim olabilmek için devam edilen Muallim mekteblerinde okutulan derslerden biri de, Heyet (Sema ve Arz) içinde Coğrafya dersidir.

Osmanlı saraylarında yürütülen eğitim ve öğretim sistemi ise, Şehzadegâh, Meşkhane ve Enderun mektebleridir. Bu eğitim kurumlarında da, Osmanlı Ülkeleri ve dünya hakkında coğrafya bilgilerinin okutulduğu bilinmektedir.

Osmanlı döneminde coğrafya ilmi ve bunun eğitim ve öğretimi ile ilgili gelişmeler, esas itibariyle, 17.yüzyıl başlarından itibaren başlamıştır. Özellikle bu gelişmelerin baş mimarı, Kâtip Çelebi’dir. 1608-1658 yılları arasında yaşamış olan çağını aşan ilim adamlarımızdan Kâtip Çelebi, devrinin en büyük coğrafyacılarından biridir. Coğrafyanın dışında felsefi konularda da eserler veren Kâtip Çelebi, yaşamış olduğu yıllardaki ilim düşmanlığına ve cehalete karşı büyük bir mücadeleye girişmiştir. “Talebeliğin hakirliğine bir saat katlanamayan bir kimse, cehaletin zilletinde ebediyyen kalmaya mahkum olmuş demektir.”diyen Kâtip Çelebi, çağına göre mükemmel ve modern bir eğitim ve öğretim anlayışına sahip bir ilim adamıdır. Kâtip Çelebi’nin eserleri incelendiğinde görülür ki, sadece coğrafya ilmi değil, köklü bir eğitim ve öğretim sistemi üzerinde durduğu anlaşılmaktadır.

Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi’nin esas amacını, insanların yaşadıkları çevre ile olan ilişkilerini inceleyerek, toplumun kalkınmasını ve ilerlemesini sağlaması teşkil eder. Kâtip Çelebi “Cihannüma” adlı eserinde coğrafya ilmi hakkında şu bilgileri verir; “Coğrafya fenninde yalnız ülkelerin ahvali yazılmayıp belki oralarda oturanların usul ve adetleri, devlet işlerinin nasıl yürütüldüğü ve divan ahvali birlikte beyan olunmak, bu fennin vazifesi olduğu cihetinden, tarihe üstünlüğü vardır ve tercih olunur.” Yine Kâtip Çelebi, “Tuhfetü’l-Kibâr fi esfaril Bihar”adlı eserinde de coğrafya ilminin önemini ve gereğini şu şekilde vurgular; “Hafi olmaya ki, devlet işlerini üzerlerine almış olanlara bilinmesi lazım olan işlerden biri coğrafya fennidir. Bütün yeryüzü ahvalini bilmek kolay olmazsa, bari Osmanlı ülkesinin şekli ve etrafta sınırdaş olan memleketlerin tasviri bilinmek gerektir ki, bir yere sefer etmek ve asker göndermek lazım geldikte, ona göre tedarik oluna. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını korumak tedbirlerini almak anında kolay olur. Bu babta fenden habersiz kimseler ile meşveret yetmez, yerli dahi olursa. Zira çok yerli vardır ki, kendi diyarını iyice bilip anlatmaktan acizdir. Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeter: Yerebatası küffar, ol ilimlere ehemmiyet ve değer vererek, Yeni Dünya’yı bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldı. Venedik taifesi gibi bir hor hakir kavim ki, küffar hükümdarları arasında rütbesi duka payesinden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanı ile meşhurdur, Osmanlı İmparatorluğu’nun boğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı kodu...”

Osmanlı Devleti’nde eğitim ve öğretim faaliyetlerinde, ilk yenileşme hareketleri 1773 tarihinde, askeri okullarda başlamıştır. III. Mustafa döneminde, 1773’te, askeri deniz okulu olan Mühendishane-i Bahri-i Hümâyûn açılmıştır. İlk ve orta dereceli bir okula tekabül eden bu askeri deniz okulunda, denizcilik bilgileri, harita bilgisi ve coğrafya dersleri okutulduğu bilinmektedir. 1793 tarihinde, III. Selim döneminde açılan Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn yani Askeri Kara Okulu’nda topçuluk, istihkam ve haritacılık öğretimi yapılmıştır. Öğretim süresi 4 yıl olan bu okulun 2.ve 3. Sınıflarında okutulan 5 adet dersten biri coğrafya’dır.

Sultan II.Mahmut (1808-1839) döneminde, 1824 tarihinde bir fermanla, ilköğrenim zorunlu hale getirilmiş ve çeşitli okullar açılmıştır. Bu okullardan birini teşkil eden ve 1834 tarihinde açılan Mektebi-i Fünun-u Harbiye, iki kısımdan oluşmuştu. 8 yıl süren I. Kısım öğrencilerinden başarılı olanlar, II. Kısıma alınmıştır. Bu okulun ikinci kısmında, zamanın şartlarına göre ileri derecede haritacılık, topoğrafya ve coğrafya alanında dersler okutulmuştur.

II. Mahmut’un mahlası olan Adlî’ye atfen, Şubat 1939’da açılan, özellikle sivil memur yetiştirmeyi amaçlayan Rüşdiye düzeyindeki Mekteb-i Maarif-i Adliye okulunun ders programında coğrafya dersi de yeralmıştır.

II. Mahmut döneminde diğer bilim dallarında olduğu gibi Coğrafya alanında da, ders kitaplarına büyük ağırlık verilmiştir. Ders kitapları hazırlanırken önemli ölçüde kısaltmalara gidilmiş, bunun sonucunda coğrafya alanında araştırma ve yorumlara dayanan bilgilerden uzak kalınmış ve sonuçta coğrafya isim ezberlenen bir ders olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak bu kısaltmalar ve ezbercilik, coğrafya ilmindeki gelişmeleri uzun yıllar geciktirmiştir.

Sultan Abdülmecit (1839-1861), 1839’da tahta çıkınca, Reşit Paşa’nın etkisiyle, Tanzimat Fermanı (ya da Gülhane Hatt-ı Hümayûnu) denen bir ferman yayınlamış ve 1876 yılına kadar devam eden Tanzimat Devri’ni başlatmıştır. Sultan Abdülmecit (1839-1861) ile Sultan Abdülaziz (1861-1876)’in padişahlık dönemlerini içeren Tanzimat döneminde, siyasal ve sosyal bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu arada, eğitim ve öğretim konusunda da bazı düzenlemelere gidildiği görülmektedir. Bunların başında ortaöğretimde atılan yenilik ve gelişmeler gelir. Bu dönemde, orta öğretimi temsil eden Rüşdiyeler, İdadiyeler ve Sultaniyelerin sayısı hızla artırılmıştır. 1852 yılında İstanbul’da 12 Rüşdiye bulunmaktayken, 1874’de bu sayı 18’e yükselmiştir. 1853’de taşrada büyükçe şehir merkezlerinde 25 Rüşdiye açılmıştır. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi gereğince, Osmanlı ülkelerinde hane sayısı 500’ü geçen şehir ve kasabaların tümünde Rüşdiye açılması zorunlu kılınmıştır. Öğretim süresi 4 yıl olan bu okulların yapımı ve her türlü ihtiyaçları Maarif İdaresi sandığından karşılanmıştır. Sözkonusu nizamnameye göre; erkek ve kız rüşdiyeleri ile idadiyelerin ders programlarında coğrafya dersi mecburi ders olarak konmuştur.

İptidai mektep denen ilkokullara öğretmen yetiştirmek amacıyla, 1868’de İstanbul’da Darulmuallimin-i Sıbyan mektebi açılmıştır. Öğretim süresi 1 yıl olarak düşünülen bu okulda, coğrafya dersi ders programına konmuştur. Bu tür okullar taşrada 1875’den itibaren açılmaya başlanmıştır. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne göre, Rüşdiye, İdadiye ve Sultaniye şubelerinden oluşan bir büyük Darulmuallimin kurulması öngörülmüş ve bu okulların ders programları ayrı ayrı düzenlenmiştir. Okulun açılması ancak 1874’de Sıbyan, Rüşdiye ve İdadiye şubelerini kapsayacak şekilde mümkün olmuştur. Öğrenim süresi 2 yıl olan Darulmuallimin-i Sıbyan mektebinde, okutulan derslerden biri de Muhtasar Coğrafya’dır. Öğrenim süresi 3 yıl olan Darülmuallimin-i Rüşdiye’de Coğrafya, yine öğretim süresi 3 yıl süren Darulmuallimin-i İdadiye’de Kozmoğrafya ve Mebadi-i Ulum-i Tabiiye dersleri diğer derslerle birlikte zorunlu olarak okutulmuştur. 1877’de Darülmuallimin- Rüşdi ve Mülkiye Mekteblerinin ders programlarında her üç yıl için ayrı ayrı coğrafya dersi okutulduğu belirlenmiştir.

Tanzimat döneminde de, coğrafya ders kitapları hazırlanmasına devam edilmiştir. 1871 yılında, Abdurrahman Paşazade Abdulhalim tarafından Coğrafya-i Kebir, 1875 yılında Şirvanlı Ahmet Hamdi tarafından Usul-i Coğrafya-i Kebir adlı eserler yayınlanmıştır. Sultan Abdülhamid döneminde de (1876-1909) coğrafya alanında gerek ders kitapları ve gerekse ilmi manada eserlerin yayınlanmasına devam edilmiştir. Osmanlı döneminin çeşitli eğitim kademelerinde görev yapan Selim Sabit Efendi (1829-1910), 1874 tarihinde yayınlanan Rehnümâ-yı Muallimîn (Öğretmenlere Rehber) adlı kitabında şunları kaydeder; “ Coğrafyada öğrencilere harita ve yer küresi üzerinde beş kıta tanıtılacak, harita çizilmesi öğretilecektir.”

10 Mayıs 1876’da, İstanbul’da öğrenciler, iç ve dış siyasi alandaki olumsuz gelişmeleri protesto etmek için dersleri bıraktılar. 30 Mayıs 1876’da, V.Murat tahta çıkarıldı. Çok geçmeden 31 Ağustos 1876’da Sultan II. Abdulhamid tahta çıktı. 23 Aralık 1876’da, Padişah; Kanun-ı Esasi’yi kabul ve ilan etti. Böylece I.Meşrutiyet Devri başlamış oldu. Kanun-i Esasi’ye eğitim ile ilgili önemli maddeler girmiş olmasına rağmen, savaşlar nedeniyle hiçbir çalışma yapılamamıştır. Ruslar’ın İstanbul önlerine kadar gelmeleri, Kars, Ardahan ve Batum’u almaları, Osmanlı Devlet yetkililerini zor durumda bırakmıştır. Sultan II. Abdülhamid, 13 Şubat 1878’de parlemantoyu süresiz kaparak I. Meşrutiyet dönemini son vermiştir. 1878’den 1908 yılına kadar devam eden 20 yıllık Mutlakiyet döneminde, eğitim ve öğretim alanında önemli atılımlar yapılmıştır.

1882-1890 yılları arasında Rüşdiye’yi de içine alan İdadilerin Osmanlı ülkelerinde geniş ölçüde yayıldığı görülür.Bunlar, il merkezlerinde Rüşdiye ile birlikte 7 yıl, sancak merkezlerinde Rüşdiye ile birlikte 5 yıl eğitim ve öğretim veren idadilerdir. Abdülhamit dönemi sonlarında Osmanlı Ülkelerinde, 619 Rüşdiye (74’ü kız), 109 İdadiye mektebi bulunmaktaydı. Rüşdiyelerde 40 bin, İdadilerde 20 bin olmak üzere toplam 60 bin öğrenci eğitim ve öğretim görmekteydi. Maarif Salnamesi’nde,1898-1899 Eğitim ve Öğretim yılındaki İdadi ve Rüşdiyelerin ders programları incelendiğinde, coğrafya ders sayıları ve saatlerinin artmış olduğu görülür. Buna göre, İdadi ve Rüşdiyelerin 7.yılında 1 saat, diğer ilk 6 yılında her yıl haftada 2’şer saat coğrafya dersi ders programlarında yeralmıştır.

1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin Darulmuallimin ile ilgili bazı hükümler, 1891 yılında değiştirilmiştir. Bu değişikliğe göre, Darulmuallimin’in İdadi şubeleri kapatılarak, her şubesi 2’şer yıl olmak üzere İptidaiye, Rüşdiye ve Âliye şubelerinden oluşmuştu. 1900 tarihinde darülmualliminlerin sayısı taşrada 15’i bulmuştu. 1898 tarihli Darulmuallimin ders programında, İptidaiye şubesinin 1.sınıfında Mebadisi ve Osmanlı Coğrafyası 2 saat, 2.sınıfında Umumi ve Osmanlı Coğrafyası 3 saa okutulmuştur. Kadın öğretmen yetiştiren 3 yıllık Darülmuallimat’ın (1898); 1.sınıfında 2, 2.ve 3.sınıflarında 1’er saat olmak üzere coğrafya dersi zorunlu dersler arasında yerini almıştır.

Mutlakiyet döneminde, ilk, orta ve yüksek öğretime yönelik olmak üzere çeşitli coğrafya kitabları, coğrafya sözlükleri ile askeri haritalar hazırlanmıştır. Yağlıkçızade Ahmed Rıfat Efendi’nin 1883 tarihinde hazırladığı Lügat-ı Tarihiyye ve Coğrafiye (7 cilt), Şemseddin Sami’nin 1889-1899 tarihleri arasında hazırladığı Kamusü’l-â’lâm (6 cild), Kolağası Ali cevad’ın 1897- 1900 yılında hazırladığı Memalik-i Osmaniyye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı (4 cilt) dönemin coğrafya ile ilgili çok sayıda maddeyi içeren önemli sözlüklerdir.

23 Temmuz 1908’de yeniden parlemanto açılıp II. Meşrutiyet dönemine geçildi. 1918 yılına kadar devam eden II. Meşrutiyet dönemi, siyasi ve askeri çalkantılarla geçmiştir. Trablusgarp Savaşı (1911), Balkan Savaşı (1912-1913) ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) bu dönemin önemli olaylarıdır. Özellikle Balkan Savaşları’nın ardından yaşanan büyük felaketlerden sonra, Osmanlı toplumunda, “Çökmekte olan Osmanlı Devleti’ni ancak eğitim ve öğretmenler kurtaracaktır. ”görüşü yaygınlaşmış ve bu görüş, toplumun eğitim ve öğretime eğilmesine yol açmıştır. Ancak ardı arkası kesilmeyen savaşlar, zaman zaman eğitim ve öğretimi sekteye uğratmıştır.

1908 tarihinde, 12 vilayet merkezindeki İdadilerin adı Sultaniye olarak değiştirildi. Sultanilerin sayısı Birinci Dünya Savaşı sıralarında 50’yi bulmuştu. Sultanilerin adına, 1911 yılında Lise denilmesi düşünülmüşse de, bu değişiklik ancak 1922 yılı sonunda gerçekleşmiştir. Öğrenim süresi 3 yıl olarak kabul edilen Sultanilerin, 1915 yılı ders programlarında, coğrafya derslerinin mecburi ders olarak yerini aldığı görülmektedir. Yine aynı yıl Darülmuallimin-i İptidai’nin ders programlarında, coğrafya dersleri, ilk üç yıl 2’şer saat, 4.sınıfta 1 saat olarak planlanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine gelindiğinde, devletin savaşlarda sürekli yenilgi alması ve zayıflamasına rağmen, bilimsel yönden önemli bir gerileme olmadığı dikkati çeker. Koca imparatorluk, sanki yeniden kurulacakmış gibi coğrafi alanda da çalışmalar devam eder. Özellikle 1913’lü yıllarda gerek Tefeyyüz ve gerekse Kanaat kitabevleri tarafından çok sayıda coğrafi eser yayınlanır. Bunlardan Tefeyyüz Kitabevi tarafından yayınlananların sayısı 30’u bulur. Bunlardan 6’sını çeşitli boyutlarda atlaslar teşkil eder. Bunlar arasında şu kitablar dikkat çekicidir; İbn Nüzhet Cevat bey tarafından yazılan, “Haritalı Musavver Coğrafya-i Umumi (1.ve 2.sene)”, “Haritalı Musavver Memalik-i Osmaniye Coğrafyası (1.ve 2.sene)”, Behram Münir bey tarafından yazılan “Vatan-ı Mukaddes Yahud Memalik-i Osmaniye Coğrafyası”, “Nevasül Resimli ve Haritalı Rehnümay-ı Coğrafya (1.ve 2.sene), “Yeni Tarzda Coğrafya”, Ali Tevfik bey tarafından kaleme alınan “Nevasül Coğrafya-i Umumi”, “Memalik-i Mahrusa Coğrafyası”, “Mufassal Memalik-i Osmaniye Coğrafyası”, Hüseyin Hıfzı bey tarafından hazırlanan “ “Mebde-i Coğrafya”, “Sualli ve Cevablı Musavver Coğrafya-i Osmani”, “Sualli ve Cevablı Rehnümay-ı Coğrafya-i Umumi”, “Sualli ve Cevablı Talim-i Coğrafya”, Ali Nazım beyin “Yeni Tertip Coğrafya Beş Kıta”, “Küçük Coğrafya”, “Haritalı Küçük Coğrafya” dır. Ayrıca atlaslar arasında, Muhammed Eşref bey tarafından hazırlanan “ Rüşdiye Mektebleri Atlası”, “İbtidaiye Mekteb-i Atlası”, “Umumi Mekteblere Mahsus Atlas”, “Mükemmel ve Mufassal Coğrafya-i Umumi Atlası” ile Nasrullah ve Rüşdü beyler tarafından hazırlanan “Mükemmel ve Mufassal Memalik-i Osmaniye Atlası” gibi eserler sayılabilir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, özellikle Sorbon Üniversitesi Mezunu, Darü’l-Fünun, Mülkiye Mektebi, Yüksek Muallim ve Maliye Mekteblerinde coğrafya öğretmenliği yapmış olan Faik Sabri (DURAN)’nin Kanaat Kitabevi tarafından yayınlanan kıtalar ve Osmanlı Coğrafyasına ait eserleri önemlidir. Bunlardan “Avrupa” adlı eserinin önsöz kısmında, Faik Sabri’nin ilk cümleleleri şunlardır; “ Coğrafya bu son senelerde mühim bir değişime uğradı. Bundan otuz sene evvelki şeklinden artık çıktı ve son tereddütlerini atarak asıl maksad ve gayesine kavuştu. Mevcut ilimler arasında kendini mühim bir yer hazırladı. Bilinmeyen esaslara dayanan eski coğrafyanın karışık ve faydasız tekerlemeleri ile artık yetinilemez. Bundan böyle öğretmenler derslerinde öğrencilerine yalnız isim ezberlemekle vakit geçiremezler. Kıtalar, memleketler hakkında öğrencilerde unutulmaz hatıralar uyandırmaya, zihinlerde kalıcı izler bırakmaya, doğal olayları, çevrenin tesirini araştırmayı ve açıklamayı onlara alıştırmaya borçludurlar. Çünkü bugünün coğrafyası, yalnız ruhsuz isimler, uzun ve manasız rakamlar coğrafyası değil; fikirler, muhakemeler, mülahazalar coğrafyasıdır...”


Osmanlı Döneminde Azınlık ve Yabancı Okullarında Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi

Fatih Sultan Mehmed Han, 1453’de İstanbul’u fethettiğinde, bir lütuf olarak Rumlara ve Galata Latinlerine, inanç ve ibadetlerini sürdürmelerinde, mahalli idarelerinde, gelenek ve göreneklerini uygulamada ve benliklerini korumada sınırsız hak ve imtiyazlar vermiştir. Aynı haklardan Ermeniler ve daha sonraları Yahudiler de yararlanmışlardır. Azınlıkların serbest olduğu alanlardan biri de, eğitim ve öğretimdir. O dönemlerde, dini eğitim ile müsbet ilimler eğitimi aynı çatı altında yürütüldüğünden, azınlık okullarının eğitim ve öğretim sistemleri, Osmanlı eğitim ve öğretim sistemine benzerlik göstermektedir.

Osmanlı sınırları içinde, Rum, Ermeni ve Yahudilere ait azınlık okulları, denilebilirki hemen hemen Osmanlı İmparatorluğu’nun her döneminde eğitim ve öğretimlerini devam ettirmişlerdir. Sözkonusu bu azınlık okullarında, zaman, mekan ve milliyetlere göre değişen, az veya çok coğrafya dersleri okutulmuştur.

Programı Fransız eğitim sistemine göre hazırlanmmış olan ve 1868’de İstanbul’da açılan Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde okutulan dersler arasında, Genel Coğrafya ve Osmanlı Coğrafyası dersleri de yeralmıştır.

Maarif Nazırı Zühtü Paşa’nın Protestan Okulları hakkında Abdülhamit’e arzettiği 1893 tarihli tezkerede, Beyrut’ta eğitim ve öğretimini sürdüren Amerikan Protestan Mektebi’nin ders programında mecburi derslerden birinin coğrafya olduğu görülür.

Österreichisches Sankt Georgs Kolleg 1882-1982 adlı kitabta, Avusturya Sankt Georgs kollejlerine ait 1897 tarihli ders cetvelinde, okulların 3-4-5-6.sınıflarında coğrafya dersleri okutulduğu kaydedilmektedir.

Osmanlılar da Coğrafya-4

Gerileme ve Yıkılış’ta Coğrafya’nın Etkileri

Osmanlı Devleti’nin Gerileme döneminde, coğrafi bilgi eksikliği, koskoca bir devletin yıkılışında önemli etkisi olmuştur. Gerileme döneminde yapılan tüm savaşlar incelendiğinde, bu etki açıkça görülmektedir. Sözgelimi Gerileme döneminde yapılan Kırım Savaşı’nın sonucunu da coğrafya tayin etmiştir. 14 Kasım 1854 tarihinde ansızın ortaya çıkan beklenmedik kasırga, İngiliz donanmasını darmadağın eder ve İngiliz donanmasının planı gerçekleşemez. Böylece Sivastopol’un kuşatılması gecikir. Ve savaşın gidişatı değişir.

Çanakkale Savaşları, coğrafi bir yaklaşımla ele alındığında, coğrafyanın önemi açıkça görülür. Gerçekten bugün bile Gelibolu yarımadasını ve Çanakkale Boğazı’nı gezip gören bir insan, bölge topografyasının cazibesine kapılır. Savaşların geçtiği yarımadadaki önemli tepelerin hepsi, tatlı su kaynaklarının hemen tamamı, Türk askerlerinin kontrolü altında kalmıştır. Öte yandan boğazın topografik özelliği, düşman gemilerinin ilerlemesine engel olmuştur. Bölgeye hakim tepeler ve tatlı su kaynaklarının mevcudiyeti, Türk Ordusunu, düşman kuvvetlere karşı üstünlük sağlamıştır. Tüm bu coğrafi avantajlara ek olarak, iklim şartları da Türk tarafına avantaj sağlamıştır. Gelibolu yarımadasına yapılan çıkartma gecesi aniden çıkan fırtına, İngiliz kuvvetlerinin farklı bölgeden karaya çıkmasına yol açmış ve bu gelişme savaşın seyrini değiştirmiştir.

Gerileme dönemindeki, coğrafi bilgi eksikliğine örnekler oldukça fazladır. Bunların içinde Sarıkamış Harekatı ve Yemen Savaşları en bariz olanlarıdır. Sarıkamış Harekatı’nda, Erzurum’da bulunan ordu komutanı tarafından Enver Paşa’ya, harekat mevsiminin bölge iklim şartlarına uygun olmadığı hatırlatılmış, ancak zafere bir an önce ulaşmayı düşleyen, sabırsız ve coğrafi bilgiden yoksun Enver Paşa, komutayı eline almış ve Aralık ayının son günlerinde harekatı başlatmıştır. Oysa Aralık ve Ocak aylarının, bölgede çok sert ve soğuk geçtiği bilinen bir gerçektir. Enver Paşa’nın bu gerçeği göz ardı etmesi, 90 bin Türk askerinin donarak şehit olmasına ve harekatın başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmıştır. Bu yanılgı, gerçekten Osmanlı tarihinde yapılmış en büyük yanılgılardan birisidir ve Yüce Devletin tamamen yok olmasına yol açmıştır.

Yemen Savaşları, Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutar. Yemen Savaşları’nda Osmanlı Ordusu, İngiliz ve Arap kuvvetlerine değil, bölgenin ağır coğrafi şartlarına yenilmiştir. “Burası Huştur, Yolu Yokuştur. Giden gelmiyor, acep ne iştir.” türküsü, coğrafi şartların olumsuzluğunu açıkça ortaya koyar. Huş kasabasının (Muş değil, türkünün aslı ve Yemen coğrafyası incelendiğinde, Huş olduğu görülür), dik ve sarp yokuşu, bölgenin aşırı şekilde sıcak ve kurak oluşu, Osmanlı askerlerini çok zora sokmuştur. Olumsuz iklim ve topografik özellikler, Yemen’de 500 bine yakın Türk askerin şehit olmasına yol açmıştır. Peki, bu savaşlarda coğrafya, neden göz önünde tutulmamıştır? Bunun cevabı gerçekten açık ve nettir. Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde, “Yüce Devlet Olma Gururu” hep ön planda olmuştur. Öte yandan savaşların bir kısmı Osmanlı Devleti’nin isteği dışında başlatılmış, bir kısmında da acelecilik ve bilgisizlik yüzünden coğrafya saf dışı bırakılmıştır. Böylece Anadolu Coğrafyası’nın ortaya çıkardığı Yüce Osmanlı Devleti, coğrafi bilgisizlik ve olumsuzluklar yüzünden gerilemeye ve yıkılmaya mahkum edilmiştir. Ancak bu coğrafya, gelecek yüzyıllarda, büyük devlet çıkarma özelliğini korumaktadır.

Not: Bu makalede yararlanılan kaynakların sayısı çok fazla olduğundan, burada verilmemiştir. Ancak bu konu ile ilgili ayrıntılı bir çalışma tarafımızdan yürütülmektedir. Çalışma kitap olarak yayınlandığında, yararlanılan kaynakların tümü verilecektir.

Osmanlılar da Coğrafya-3

İstanbul’un Fethedilmesi ve Yüce Devlet Olma

İstanbul’un fethi iyi tahlil edildiğinde, Osmanlı’nın coğrafyayı ön planda tuttuğu açıkça görülür. Anadolu ve Rumeli hisarlarının yapılması, boğazların coğrafi özelliğinden dolayı, Bizans lehine olan coğrafyayı, Osmanlı lehine çevirme hareketi olarak algılanmalıdır. Öte yandan kuşatmanın ilkbahar mevsiminde (Nisan ayı) başlatılması ve mayıs ayının sonunda başarıya ulaşılması ise, tamamen bölge iklim şartları ile uyum içindedir (29 Mayıs 1453). Kuşatmanın son günlerinde (Mayıs ayının üçüncü haftasında), beklenen başarı elde edilemeyince, Padişah II. Mehmet Han’ın huzursuzluğu ve acele etmesi (zafer için atını denize sürmesi ve karadan gemileri Haliç’e indirmesi), iyi tahlil edildiğinde, yaz sıcaklarının yaklaşması ve böylece başarının bir başka bahara kalacağı endişesi yatmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet’in yapmış olduğu savaşlarda coğrafi avantaj hep ön plandadır. Yine Fatih’in Amasra’nın fethi için, Amasra’ya hakim bir tepeye geldiğinde; “Burası, çeşm-i cihan (Dünya’nın Gözü) olsa gerek.”dediği ve tepeden yamaç aşağı askerleri ile kolayca Amasra’yı alışında coğrafya önemli rol oynamıştır.

Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferi, oldukça zor coğrafi şartlar altında yapılmıştır. O dönemin askeri üstünlüğü, seferi başarıyla sonuçlanmıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde, Mısır, Hicaz ve Yemen, Anadolu ile hiçbir zaman coğrafi bütünlük oluşturmadığından, Osmanlı’ya çok pahalıya mal olmuş ve koskoca devletin yıkılışında önemli etkileri olmuştur.

Bilimde ve Mekanda Gerileme Dönemi

Her ne kadar, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın dönemini Osmanlı Devleti’nin zirveye ulaştığı dönem olarak kabul edilse de, çoğu tarihçiler tarafından bu dönemin gerilemeye doğru yüz tuttuğu bir dönem olarak kabul edilir. Çünkü bu dönem artık Osmanlı Yüce Devleti’nin sınırları oldukça zorlanmış ve doğal coğrafi sınır hayli aşılmıştır. Gerek Arap yarımadası ve gerekse Kuzey Afrika, Osmanlı Coğrafyası ile hiçbir zaman bir bütünlük sağlayamamıştır. Öte yandan Balkanlar’da Tuna nehri, doğal bir coğrafi sınırı oluşturmaktadır. Osmanlı’nın Balkanlar’da doğal sınır olan Tuna’yı zorlaması ve nehrin öbür yakasına geçmek için göstermiş olduğu gayretler, Osmanlı Devleti’ne çok pahalıya mal olmuştur.

Viyana kuşatmasındaki başarısızlık, coğrafyanın ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Kanuni Sultan Süleyman, 1529 yılında Viyana’yı kuşatmak üzere sefere çıkar. Ancak hava şartları göz önünde tutulmaz. Oysa mevsim, Balkanlarda yağmur mevsimidir. Buda ile viyana arasında bardak boşanırcasına yağan yağmur, yolları geçilemez hale getirir. Tam anlamıyla bataklığa dönüşen bölgede özellikle toplar taşınamaz. Buna rağmen Eylül sonlarında kuşatma başlatılır. Hava şartları iyice kötüleşmiş ve durmadan yağmur yağar. Yağışlar ile birlikte umulmadık derecede sert soğuklar yaşanır. Yağmur ve soğuk, Osmanlı ordusunu perişan eder. Bir taraftan yağmur ve soğuk, öte yandan açlık ve hastalıklar, ordunun moralini iyice bozar. Üç hafta süren kuşatma boyunca, gün geçtikçe şartlar kötüleşir. Padişah, tüm askeri birliklerini geri çekip, kuşatmayı yarıda keser ve böylece Viyana kuşatması başarısız sonuçlanır. Viyana, Osmanlı için bir hayal olarak kalır. Hatta bu başarısız kuşatma harekatı, Osmanlı Ordusu’nun moralini bozmuş ve fetih ruhunu zedelemiştir. Bir bakıma Osmanlı Devleti’nin, duraklama dönemine geçişi coğrafya tayin eder.

Bu dönemi, Katip Çelebi (1609-1657), çok güzel tahlil eder. Katip Çelebi “Cihannüma” adlı eserinde coğrafya ilmi hakkında şu bilgileri verir; “Coğrafya fenninde yalnız ülkelerin ahvali yazılmayıp belki oralarda oturanların usul ve adetleri, devlet işlerinin nasıl yürütüldüğü ve divan ahvali birlikte beyan olunmak, bu fennin vazifesi olduğu cihetinden, tarihe üstünlüğü vardır ve tercih olunur.” Yine Kâtip Çelebi, “Tuhfetü’l-Kibâr fi esfaril Bihar”adlı eserinde de, Osmanlı Devleti’nin gerileme sebebini coğrafyaya bağlar ve coğrafya ilminin önemini ve gereğini şu şekilde vurgular;“Hafi olmaya ki, devlet işlerini üzerlerine almış olanlara bilinmesi lazım olan işlerden biri coğrafya fennidir. Bütün yeryüzü ahvalini bilmek kolay olmazsa, bari Osmanlı ülkesinin şekli ve etrafta sınırdaş olan memleketlerin tasviri bilinmek gerektir ki, bir yere sefer etmek ve asker göndermek lazım geldikte, ona göre tedarik oluna. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını korumak tedbirlerini almak anında kolay olur. Bu babta fenden habersiz kimseler ile meşveret yetmez, yerli dahi olursa. Zira çok yerli vardır ki, kendi diyarını iyice bilip anlatmaktan acizdir. Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeter: Yerebatası küffar, ol ilimlere ehemmiyet ve değer vererek, Yeni Dünya’yı bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldı. Venedik taifesi gibi bir hor hakir kavim ki, küffar hükümdarları arasında rütbesi duka payesinden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanı ile meşhurdur, Osmanlı Devleti’ninboğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı kodu...” Gerçekten de öyledir. Gerileme döneminde yapılan tüm savaşlarda coğrafya hep göz ardı edilmiştir.

Osmanlılar da Coğrafya-2

Domaniç Yaylasından Bursa Ovası’nın Görünüşü

Osman Gazi, beyliğin topraklarını daha ziyade kuzey ve batı yönde genişletmiştir. Osman Gazi’nin ölümüne yakın beyliğin sınırları, kuzeyde İznik, Lefke, Geyve ve Hendek’e kadar, batıda ise İnegöl, Yenişehir ve Bursa yakınlarına kadar uzanmaktaydı. Bursa’nın fethi ise hastalığı nedeniyle gerçekleşememişti. Bursa’nın fethi oğlu Orhan Gazi’ye nasip oldu. Osman Gazi’nin, Uludağ yamaçlarından Bursa’ya bakıp ta oğlu Orhan Gazi’ye; “Oğul, beni şu gümüşlü kümbetin altına gömünüz.”diyerek vasiyette bulunmasında, Bursa Kalesi’nin ve Bursa Ovası’nın coğrafi cazibesi oldukça etkili olmuştur.

Bursa’yı ele geçiren Osmanlı Beyliği’nin Orhan Gazi zamanında fethettiği topraklar incelendiğinde, yine coğrafyanın çekiciliği ön planda olduğu açıkça görülür. Orhan Gazi döneminde, Beyliğin batısında bulunan Güney Marmara’nın ve kuzeyinde bulunan Kocaeli yarımadasının tamamının fethedildiği görülmektedir.

Yine Orhan Gazi zamanında Osmanlı ordusunun, bugün bile Dünyanın en cazip ve en güzel boğazlarını oluşturan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının Anadolu yarımadası tarafında kalan kıyılara kadar geldikleri görülmektedir. Şüphesiz boğazlarla temas, Osmanlı’nın Balkanlar’a sıçramasında büyük etki yaratmıştır. Boğazların güzelliği ve ötesindeki verimli toprakların varlığı, Osmanlı Beyliği’nin Trakya’ya geçişini teşvik etmiştir.

Gelibolu’dan Trakya Yarımadasına Geçiş

Osmanlı Türkleri’nin Avrupa kıtasına, yani Trakya yarımadasına geçiş tarihi 1352 olarak kabul edilir. Çoğu Batılı kaynaklarda bu geçişte, coğrafyanın önemi açıkça vurgulanır. 1 Mart 1352’de Gelibolu yarımadasında meydana gelen şiddetli deprem sonucunda, bölge yerleşmeleri ağır hasar görür. Stratejik açıdan büyük önem taşıyan Gelibolu (Kallipolis) kalesi ve kalenin surları yıkılır. Orhan Gazi’nin Oğlu Süleyman paşa komutasındaki Türk birlikleri Çanakkale boğazını geçerek, Gelibolu kıyılarına çıkarma yaparlar. Türkler’in yarımadaya çıkarma yapmasıyla birlikte, zaten deprem sonucunda moralleri iyice bozulan Rumlar bölgedeki köy ve kasabaları terk ederler. Terk edilen köy ve kasabalara, Türkler yerleşerek imar ederler. Bu durum Bizans kaynaklarında, “İşledikleri günahlar nedeniyle Tanrı’nın kendilerine verdiği bir ceza” olarak kabul edilir. Doğal coğrafyanın ortaya çıkardığı bu olay, Türkler’in Balkanlar’daki hakimiyetinin başlangıcında kolaylaştırıcı bir etken olarak görülmektedir.

Türkler’in,Trakya yarımadasını tamamen fethetmeleri pek fazla uzun sürmez. 1365 tarihinde, Edirne (Adrianople) fethedilir ve Devletin başkenti Bursa’dan Edirne’ye taşınır. Ancak bölgenin coğrafi şartları, Edirne’nin uzun süre başkent olarak kalmasını engeller. Özellikle Meriç nehri boyunca oluşan bataklıklar ve bu bataklıklarda hızla çoğalan sivrisinekler, Edirne’de insan yaşamını olumsuz etkiler ve sık sık yaşanan sıtma salgınları, Osmanlı Türkleri’ni başka yönlere ilerlemesini teşvik eder. Bu arada, Kocaeli yarımadasını tamamen ele geçiren Osmanlı’lar, dünyanın en güzel şehri olan Kostantinopolis’e (İstanbul) yönelirler.

Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde Balkanlar’da yapmış olduğu savaşların tarihleri ve mekanları incelendiğinde, coğrafya ile uyum içinde olduğu görülür. Örneğin Kosova Savaşı (15.6.1339) Haziran, Niğbolu Savaşı (28.9.1396) Eylül aylarında yapılmıştır. Söz konusu bu aylar, savaş iklimi açısından en uygun mevsimleri oluşturmaktadır. Yine bu savaşlarda savaş meydanlarının coğrafi özelliği, Osmanlı Devleti’nin üstünlüğü için uygun şartlar taşımaktadır. Oysa yenilgiyle sonuçlanan Ankara Savaşı’nda durum böyle değildir. Bilindiği gibi Ankara Savaşı, Temmuz ayının sonlarında (20.7.1402), Çubuk Ovası’nda yapılmıştır. Ankara Savaşı’nda Hem iklim (bunaltıcı yaz sıcakları), hem mekan (akarsu,bataklık ve bozkır) ve hem de beşeri coğrafya (Osmanlı ordusuna isteksizce katılan askerlerin eski beyleri Timur’u karşılarında görünce, toplu halde Timur’un saflarına katılmaları) , Osmanlı’nın aleyhine şartlar göstermiştir.

Osmanlılar da Coğrafya-1

Osmanlı Beyliği’nin Coğrafyası

Bir devletin genişlemesi ve büyümesinde, kuruluş yerinin coğrafyası büyük önem taşır. Dünya tarihinde yer almış olan bütün devletlerin kuruluş yerinin coğrafi özellikleri incelendiğinde, bu önem daha iyi bir şekilde anlaşılır. Tarihte çok sayıda devlet, kuruluş yerinin müsait olmayışından ötürü, ya kurulduktan az bir zaman sonra yıkılmış ya da pek gelişemeden varlığını sürdürebilmişlerdir. Öte yandan bazı devletler de, müsait bir coğrafyada kurulmanın avantajını kullanarak, kısa sürede genişleyerek büyük devlet olmuşlar ve uzun yıllar varlıklarını korumuşlardır. Böyle bir avantajı kullanan devletlerin başında, Osmanlı Devleti gelmektedir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yeri, Söğüt kasabası ve yakın çevresidir. Beyliğin kurulduğu yıllardaki (1300) sahip olduğu toprak alanı, ancak 9.065 km².dir. Oldukça dar bir alan olan bu bölge, Söğüt kasabası ve çevresini teşkil eder. Bu yörenin coğrafyasına bakıldığında bazı özellikler göze çarpar. Anadolu Selçukluları tarafından Ertuğrul Gazi’ye verilen ve Beyliğin doğum yeri olarak da nitelendirilen bu yöre; Domaniç Dağı’nın kuzeydoğu eteklerinden doğu-kuzeydoğu doğrultusunda Sakarya nehrinin çizdiği kavise kadar uzanan geniş çayırlık alanlardır. Söz konusu bu alanın güneydoğusunda Selçuklu kalesi olan Eskişehir, kuzeybatısında ise Bizans’ın önemli kalelerinden olan Bilecik kalesi yer almaktadır.

Osmanlı Beyliği coğrafyasına bakıldığında, doğusunda Sakarya Nehri ve onun ötesinde oldukça sarp ve dik görünümlü Köroğlu dağları bulunmaktadır. Bu nedenle Ertuğrul Gazi’yi ve oğlu Osman Gazi’yi, coğrafyası daha müsait olan kuzey , güney ve batıya doğru yöneltmiştir. Güneydoğuda yer alan Eskişehir ve İnönü’yü içine alacak şekilde olan geniş arazi parçası, Selçuklular tarafından Osmanlı Beyliğine bağışlanmıştır. Yörenin batısında yer alan İnegöl Ovası ve ötesinde tatlı bir meyil gösteren Domaniç yaylaları ile kuzeybatıda Sakarya vadisi boyunca yer alan Bilecik ve ötesi oldukça cazip coğrafyalar oluşturmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı müsait olan coğrafyanın akışına kapılarak topraklarını genişletmiştir. Ancak sırtını bölgenin en yüksek dağı olan Uludağ (Keşiş)’a dayamış olan Bursa en korunaklı bölgede bulunuyordu. Domaniç yaylarından Bursa kalesi ve çevresindeki uçsuz bucaksız ovalar, çok cazip görünüyordu.

Osmanlı Beyliği toprakları, bugünkü anlamda ele alındığında bile, genişlemenin yönünün neden batıya doğru olduğu açıkça ortaya çıkar. Yöre bugün için Türkiye’nin 7 Coğrafi bölgesinden 4’ü olan İç Anadolu, Karadeniz, Marmara ve Batı (Ege) Bölgelerinin tam kesişme noktasında yer almaktadır. İklim ve bitki örtüsü bakımından ele alındığında ise geçiş bölgesini temsil etmektedir. Batısında ormanlar, tarım için elverişli ovalar ve hayvancılık için ideal yaylalar bulunmaktadır. Oysa doğu bölümünde ise, tarım ve hayvancılığı güçleştiren coğrafya bulunmaktadır. Eskişehir ve daha doğusunda, karasal iklimin ortaya çıkardığı bozkır ve yeknesak bir coğrafya görülmektedir. Batı ve kuzey bölümünde ise Karadeniz iklimi ile Akdeniz ikliminin geçiş bölgesini oluşturan ve insan yaşamı için dünyanın en ideal iklimi olan geçiş ikliminin (Marmara) ortaya çıkardığı, tarım ve hayvancılığın yoğun bir şekilde yapıldığı coğrafya yer almaktadır. Ulaşım bakımından ele alındığında, Ankara, Konya istikametinden gelip Eskişehir- Bursa, Eskişehir-Bilecik-İstanbul yollarının kesişme noktasında bulunmaktadır. Gerek Eskişehir, gerek Bursa ve gerekse Bilecik istikametinde uzanan doğal yollar, Türk fetihlerinin istikametlerini belirlemiştir. İşte bu cazip coğrafya ki, Osmanlı Beyliği’nin , kuzeye ve batıya yönelmesinde etkili olmuştur.

Osmanlı Beyliği’nin kuzeyde hızlı ilerlemesine bir sebep olarak da, doğal afetlerin sebep olduğu söylenir. 1300 yılında Sakarya nehri taşmış ve büyük bir sel felaketi yaşanmıştır. Sel, Sakarya nehri yatağının genişlemesine ve değişmesine, bu arada vadi boyunca yer alan Bizans’a ait istihkamların tahrip olmasına yol açmıştır. Bizans kaynaklarında, “Tanrısal gazabın bir işareti” olarak kabul edilen bu sel felaketi, Bizans’ın ekonomisini de altüst etmiştir. İstihkamları yıkılmış, ekonomisi bozulmuş zayıf Bizans karşısında Türkler üstün duruma geçmişler ve kolaylıkla kuzeyde ard arda fetihler gerçekleştirmişlerdir.


7 Mart 2008 Cuma

Erozyon

EROZYONUN TANIMI VE ÇEŞİTLERİ

Erozyonun kelime anlamı:

Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.

Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri

Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.

1- Su Erozyonu

Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.

2- Çığlar

Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.

3- Rüzgar Erozyonu

Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.

4. Yerçekimi Erozyonu (Kitle Hareketleri):

Kitle hareketleri, genellikle ayrışma ürünü olan ve sağlam kaya üzerine oturmuş bulunan örtünün, esas itibariyle yerçekimi etkisi ile küçük veya büyük kitleler halinde yamacın aşağısına doğru yer değiştirmesi olayıdır.

5. Buzul Erozyonu:

Yüksek dağlık arazilerdeki derelerde, çeşitli zamanlarda oluşmuş buzulların parça parça aşağılara doğru kayması sırasında, beraberinde moren (buzultaş) denilen çeşitli büyüklükteki materyal kitlelerini sürüklemesi ile meydana gelen aşınma ve taşınma olayına buzul erozyonu denir.

Mevcut Durum

Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46'sını % 40'dan fazla eğime ve % 80'den fazlasını da % 15'den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.

Buna karşın Türkiye'de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998'de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir.

EROZYONUN NEDENLERİ

Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler

1- İklim

İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.

2- Topografya

Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.

Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.

3- Jeolojik ve Toprak Yapısı

Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.

4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü

Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.

ÇÖLLEŞME:

Kurak, yarı kurak ve az yağışlı alanlarda iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere, çeşitli faktörlerden kaynaklanan toprak bozulmasıdır.

Toprağın aşırı kullanımı, aşırı otlatma, sağlıksız sulama yöntemleri, ormanların tahribi ve özellikle son yıllarda ekolojik dengenin bozulması sonucunda meydana gelen iklim değişiklikleri, çölleşmeyi meydana getiren en önemli etkenlerdir.

Çölleşme ve kuraklık sorunları küresel bir nitelik taşımakta ve dünyanın bütün bölgelerini etkilemektedir. Bu sebeple çölleşmeyle mücadele etmek ve kuraklığın etkilerini hafifletmek için, uluslararası ortak bir eyleme ihtiyaç duyulmaktadır.

Erozyon ve Çölleşmeyi Önlemek İçin Alınabilecek Tedbirler

  • Erozyon riski yüksek olan, yetersiz toprak özelliklerine sahip, ıslaklık ve iklim şartları dolayısıyla işlenmeye uygun olmayan arazilerde tarım yapılmaması, bu tip arazilerin mera olarak ayrılması veya orman örtüsü altına alınmasının sağlanması,
  • Yanlış toprak işlenmesi, yanlış ekim ve sulamanın önlenmesi,
  • Çayır ve mera alanlarının tahribinin önlenmesi ve mevcut alanların geliştirilmesi,
  • Orman tahribatına son verilmesi, ağaçlandırmanın hızlandırılması ve orman yangınlarına karşı gerekli tedbirlerin alınması,
  • Su kaynaklarının kaybolması sonucu taban suyunun düşmesiyle toprak tuzlanması oluşmakta, bu yüzden su kaynaklarının korunması gerekmektedir.

6 Mart 2008 Perşembe

Harita Bilgisi

HARİTA BİLGİSİ(Kartoğrafya)

Harita

  • Kuşbakışı görünümün
  • Ölçekli
  • Düzleme aktarılmasıdır.
***Yapılan bir çizimin harita özelliğini gösterebilmesi için çizimin belirli bir ölçek dahilinde yapılması gerekir.

Kroki

  • Kuşbakışı görünümün
  • Kabataslak (ölçeksiz)
  • Düzleme aktarılmasıdır.

Not: Dünya haritalarında yer şekilleri gerçeğe tam uygun olarak gösterilemez. Alan , açı, uzunluk bozulmaları meydana gelir. Sebebi: Küre şeklindeki bir yüzeyin düzleme aktarılmış olmasıdır (dünyanın şekli). Haritalardaki bozulma Ekvator'dan Kutuplara doğru artar.

Projeksiyon Yöntemleri (haritalardaki bozulmaları azaltmak için)

Silindir Projeksiyonu: Ekvator çevresini göstermek için kullanılır.

Düzlem Projeksiyonu: Orta enlemler çevresini göstermek için kullanılır.

Koni Projeksiyonu: Kutuplar çevresini göstermek için kullanılır.


Harita Çiziminde Dikkat Edilecek Özellikler

İlk olarak kullanım amacı belirlenmeli ve amaca uygun konu başlığı konulmalı.

Küçültme oranı (ölçek) belirlenmeli.

Çizim yöntemi belirlenmeli.

Enlem ve boylam gösterilmeli. Eğer çok küçük alan ise yön işareti konulmalıdır.

Lejant belirtilmeli (Lejant: Haritalarda kullanılan işaret ve renklerin ifade edildiği tablodur.)

HARİTA ÇEŞİTLERİ

A-Konularına Göre Haritalar
  • Fiziki Haritalar: Yer şekillerini gösteren haritalardır.


  • Siyasi Haritalar: Sınırları gösteren haritalardır.






    Beşeri ve Ekonomik haritalar: Nüfusun dağılışı, ırk, dil, dinlere göre dağılışı, tarım, hayvancılık, ormancılık, sanayi ,madencilik gibi özellikleri gösteren haritalardır.
    Özel haritalar: Konunun uzmanlarınca çizilen haritalardır. İklim (izoterm, izobar gibi) haritaları, turizm, deprem,toprak, karayolları haritaları gibi.

    B- Ölçeklerine Göre Haritalar
    Büyük ölçekli haritalar:

    Planlar: Ölçeği 1/20.000 ‘den daha büyük olan haritalardır. En ayrıntılı haritalardır.



    Topoğrafya haritaları: Ölçeği 1/20.000-1/200.000 arasında olan haritalardır.Yer

    şekillerini en ayrıntılı gösteren haritalardır.

    Orta ölçekli haritalar: Ölçeği 1/200.000-1/500.000 arasındaki haritalardır.
    Küçük ölçekli haritalar: Ölçeği 1/500.000 ‘den daha küçük ölçekli haritalardır.

    Plan –Harita

    Benzer özellikleri:Kuş bakışı olarak çizilme ve ölçekli olmalarıdır.

    Farkları: Ayrıntıları gösterme gücü ve kullanım alanları farklıdır.
    Büyük ölçekli haritalar Küçük ölçekli haritalar
    Ölçek paydası küçük Büyük
    Gösterilen alan dar Geniş
    Ayrıntı fazla Az
    Bozulma az Fazla
    Harita alanı geniş (aynı bölge için) Dar


    izohipsler arası yükselti farkı az (10-20 m gibi) İzohipsler arası yükselti farkı fazla (100-200 m gibi)


    1.KESİR ÖLÇEK

    Kesirlerle ifade edilen ölçeklerdir. Kesir ölçekte birim yazılmaz. Her zaman cm cinsindendir.



    Örnek: Gerçekte 90 km olan Manisa-Soma arası haritada 6cm ile gösterilmiştir. Haritanın ölçeği nedir?

    Gerçek Uzunluk= Harita U. x ölçek Paydası



    Örnek:1/200.000 ölçekli haritada 16cm ile ölçülen bir uzunluk gerçekte kaç km’dir?

    G.U= 16x200.000=3.200.000cm=32 km

    Örnek: Gerçekte 250 km olan bir yol 1/1.250.000 ölçekli haritada kaç cm ile gösterilir?





    Ölçeklerle ilgili bütün sorularımızda kullanabileceğimiz formül üçgeni

    ***Ölçek ne kadar değişirse değişsin; gerçek alan , gerçek uzunluk, enlem- boylam ve özel konum değişmez.







    2.ÇİZGİ (GRAFİK ) ÖLÇEĞİ




    Çizgilerle ifade edilen ölçeklerdir. Bu ölçekte çentikler arasındaki uzaklık farkı birbirine eşittir.

    ***Bir yolun gerçek uzaklığı ile kuş uçuşu uzaklığı arasında fark fazla ise o yol engebeli bir yerden geçmektedir. Fark az ise yol düz bir yerden geçmektedir.

    YER ŞEKİLLERİNİ GÖSTERME YÖNTEMLERİ

    Renklendirme Yöntemi: Fiziki haritalarda kullanılır. Her renk belirli bir yüksekliği göstermek için kullanılır.

    Tarama Yöntemi: Bu yöntemde eğimin fazla olduğu yerlerde taramalar sık, kalın ve kısa geçirilirken eğimin azaldığı yerlerde uzun, ince ve seyrek geçirilmektedir. Düz yerler ise boş bırakılmaktadır.

    Gölgeleme Yöntemi: Haritanın bir köşesinden 45 açıyla ışık geldiği varsayılmaktadır. Buna göre ışık alan yerlerde herhangi bir işlem yapılmazken, ışık almayan yerde gölgeleme yapılmaktadır. Tek başına kullanışlı değildir.

    Kabartma Yöntemi: Maket türü haritalardır. Yer şekillerini en iyi gösteren haritalardır. Fakat yapılması ve taşınması zor olduğundan pek kullanışlı değildir.

    Kafkasya Bölgesinin 1:800 000 yatay ve 1:80 000 düşey ölçeğindeki iki parçadan oluşan renkli kabartma haritası; 140x144 cm. ebadında olup çerçevesi orijinal ve yazıları eski Türkçe'dir (1887 yılında yapılmıştır).


    İzohips (eş yükselti) Yöntemi:

    İzobat: Eş derinlik (deniz ve göllerde kullanılır.

    İzoterm: Eş sıcaklık

    İzobar: Eş basınç

    İzohyet: Eş yağış

    İzohel : Eş güneşlenme


    İZOHİPSLERİN ÖZELLİKLERİ

    İç içe kapalı eğrilerdir.

    Birbirini kesmezler.

    Yükseltisi en az olan en dıştadır.

    Yükseltisi en fazla olan en içtedir.

    Aralarındaki yükselti farkı birbirine eşittir (Equdistance)

    Aynı izohips çizgisi üzerindeki bütün noktalarda yükselti aynıdır.

    İzohips çizgisi üzerinde olmayan bir noktanın kesin yükseltisi bilinemez.

    Kıyı çizgisi (deniz kıyısı) sıfır metredir.

    İzohipslerin sık veya seyrek geçmesi yer şekillerine bağlıdır.

    İzohipslerin sık geçtiği yerde eğim fazladır. Seyrek geçtiği yerde eğim azdır.









    Dağ dorukları (zirveler ) nokta halinde gösterilir.

    Akarsu vadileri yükseltinin arttığı yöne doğru girinti oluşturur.

    Ok işareti çevresine göre çukur olan (kapalı çukur-çanak-krater) yerleri gösterir.

    Tabanı aynı olan iki tepe arasındaki küçük düzlüğe boyun denir.

    Tabanları aynı olan tepelerin başlangıç yükseltileri de aynıdır.

    Akarsudan sonraki ilk yükseltiler birbirine eşittir.

    Yükseltinin arttığı yöne doğru "U " harfi oluşmuş ise buna sırt denir.

5 Mart 2008 Çarşamba

COĞRAFİ KONUM

Coğrafi Konum
Herhangi bir noktanın dünya üzerinde kapladığı alana coğrafi konum denir. Özel ve matematik konum diye ikiye ayrılır. Bir ülkenin coğrafi konumu , o ülkenin tabii, beşeri ve ekonomik özelliklerini çok yönlü etkiler.
ÖZEL KONUM
Herhangi bir yerin kıtalara, denizlere, dağ sıralarına, boğazlara ,komşu ülkelere, ulaşım yollarına, yer altı ve yerüstü kaynaklarına, siyasi bloklara göre olan konumu ve yükseklik değerleri özel konumudur.
ÖZEL KONUM ÜLKELERİN; jeopolitik konumunu, iklimini, nüfusun dağılışını, yerleşme şartlarını ,turizm faaliyetlerini, ulaşım imkanını, ekonomik faaliyetlerini etkiler.
TÜRKİYE'NİN ÖZEL KONUMU VE SONUÇLARI
Türkiye Asya, Avrupa ,Afrika kıtalarını birbirine bağlayan önemli bir kavşak noktasında kurulmuştur.
Asya –Avrupa arasında bir köprü durumundadır.
Stratejik önemi olan boğazlara sahiptir.
Petrol bakımından zengin ülkelere komşudur.
Asya Avrupa arasındaki en önemli ticaret ve ulaşım yolları Türkiye’den geçer.
Ortalama yükseltisi fazladır ve engebelidir. Bu durum tarım, nüfus, sanayi, ulaşım ve yerleşmeyi etkiler.
Türkiye’nin gerçek yüzölçümü 814.578 km2 , izdüşüm yüzölçümü ise 779.452 km2dir. Aradaki fark ülkemizin yüksek ve engebeli olmasından kaynaklanır.
****Not: Bir yerin gerçek yüzölçümü ile izdüşüm yüzölçümü arasında fark fazla ise o yer engebelidir. Fark az ise düzlüktür.
MATEMATİK KONUM
Matematik konum:Bir yerin enlem ve boylamlara göre dünya üzerindeki yeridir. Bir başka ifade ile Ekvator’a ve Greenwich ‘e göre konumudur.
Örneğin: Türkiye 36° -42° kuzey enlemleri ( paralelleri ) ile 26°-45° doğu boylamları (meridyenleri) arasındadır.
YERKÜRE’ NİN KOORDİNATLARI

Paraleller
Ekvatora paralel olarak 1°lik açı aralıklarıyla çizildiği varsayılan dairelerdir.
Özellikleri:
Başlangıç paraleli Ekvator'dur ve en büyük paralel dairesidir (40.076km). Dünyanın şeklinden dolayı Kutuplara gidildikçe çevre uzunlukları azalır.
Birer derece aralıklarla geçerler.
90 tanesi Güney, 90 tanesi Kuzey Yarımküre'de olmak üzere toplam 180 tanedirler.
İki paralelin arasındaki uzaklık her yerde 111 km dir.
Paralellerin derecesi kuzey ve güneye doğru artar. Paralel farkı ile uzaklık hesaplanabilmesi için bize verilen merkezler aynı meridyen üzerinde olmalıdır. Farklı meridyen yaylarında olduğunda açı farkı ortaya çıkar ve iki paralel arası 111 km den daha fazla olur.
Paralel farkı bulunurken verilen merkezler aynı yarımkürede ise büyük olan enlem derecesinden küçük olan çıkarılır. Farklı yarımkürede olurlarsa enlem dereceleri toplanır.

A-B=?
50-20=30 paralel farkı
30 x 111= 3330 km
E-D=?
35-15=20 paralel farkı
20x111=2220 km
B+D=?
20 +15=35 paralel farkı
35 x 111=3885 km
ENLEM VE ETKİLERİ
ENLEM: Yerkürede herhangi bir noktanın ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeridir.
Güneş ışınlarının düşme açısı kutuplara doğru küçülür. Işınların atmosferdeki yolu uzar. Tutulma artar ve sıcaklık ta kutuplara doğru azalır.
Denizlerin sıcaklığı ve tuzluluğu kutuplara doğru azalır.
Matematik iklim kuşakları oluşur
Bitki örtüsü kutuplara doğru aralıksız kuşaklar oluşturur.
Tarımın yükselti sınırı, Toktağan kar sınırı (Daimi kar sınırı), Orman üst sınırı kutuplara doğru azalır.
Akarsuların donma süresi kutuplara doğru uzar.
Gece gündüz arasındaki zaman farkı kutuplara doğru artar.
Dünyanın çizgisel dönüş hızı kutuplara doğru azalır.

Aynı Enlem Üzerindeki Merkezlerde Ortak Özellikler

Ekvatora ve kutuplara eşit uzaklıktadırlar.
Güneş ışınlarını aynı açıyla alırlar.
Gece- gündüz süreleri birbirine eşittir.
Dünyanın çizgisel dönüş hızı aynıdır.
Aynı iklim kuşağındadırlar. Fakat aynı iklim özelliği görülmeyebilir (özel konumdan dolayı).
İki meridyen arasındaki mesafe aynıdır.

Meridyenler

Ekvatoru dik olarak kesen ve kutuplarda birleşen hayali dairelere meridyen daireleri denir
Özellikleri:
Başlangıç meridyeni Greenwhic’ tir.
Greenwhic’in 180 batısında ve 180 doğusunda olmak üzere 360 tane meridyen yayı vardır. Tam daire olarak 180 adettir.
Aralarındaki uzaklık sadece Ekvator üzerinde 111 km’dir. Dünyanın şeklinden dolayı Kutuplara gidildikçe bu uzaklık daralır. Örnek:Türkiye’de ortalama 85 km , Kutup dairelerinde 47 km dir. *** Bunun sonucu olarak doğu-batı yönünde aynı mesafe gidildiğinde Kutuplara yakın yerde daha fazla meridyen geçilirken, Ekvatorda en az meridyen geçilir.
İki meridyen arasında 4 dakikalık yerel saat farkı vardır.
Kutuplarda birleştikleri için meridyen yayları eşit uzunluktadır.
Aynı meridyen üzerindeki bütün noktalarda yerel saat aynıdır. Ayrıca 21 Mart-23 Eylül günlerinde de güneş aynı anda doğar ve batar.
BOYLAM VE ETKİLERİ
Boylam: Herhangi bir noktanın başlangıç meridyenine olan uzaklığının açı cinsinden değeridir.
ETKİLERİ: Boylamın tek etkisi yerel saat farkları oluşturmasıdır.
YEREL SAAT HESAPLAMALARI
Yerel Saat: Bir yerin kendine özgü saatidir. Güneşin ufuk çizgisindeki konumuna göre belirlenir. Güneş ufuk çizgisinde en yüksek konuma geldiğinde o yerin yerel saati 12:00 dır. Cismin gölgesi en kısadır. Aynı yarım kürede ise büyük olan meridyen derecesinden küçük olan çıkarılır. Farklı yarım kürelerde ise toplanır. A-B=?
25-10= 15° Meridyen farkı
15x4= 60 dk
E-D=?
8-5= 3º Meridyen farkı
3x4= 12 dk
B+E=?
10+8= 18° Meridyen farkı
18x4= 72dk=1:12

***Not: Dünyamız kendi ekseni çevresinde batıdan doğuya doğru döndüğü için doğudaki bir merkezde güneş erken doğar, erken batar. Batıdaki bir merkezde ise geç doğar geç batar. Sonuçta doğudaki bir meridyenin yerel saati her zaman daha ileridir.
SAAT DİLİMLERİ VE ULUSAL SAAT

Günümüzde yerel saatlere göre hareket etmek hem ülke içinde hem de ülkeler arası ilişkilerde sıkıntılar meydana getirir. Bunu önlemek için uluslararası saat sistemine geçilmiştir. Bunun için dünyamız 15°' lik meridyen yayları şeklinde 24 saat dilimine ayrılmıştır. Her saat diliminde de tam ortadan geçen meridyenin yerel saati ortak kabul edilmiştir. Saat dilimlerinde de başlangıç olarak Greenwich'in 7,5° doğu ile 7,5° batı meridyenleri alınmıştır.
Türkiye, ikinci ve üçüncü saat dilimlerinde yer almaktadır. Ancak biz bunlardan sadece birini kullanmaktayız.1978 yılına kadar topraklarımızın çoğunun yer aldığı ikinci saat diliminin( 30° Doğu meridyeni -İzmit) yerel saati ülkemizde ortak saat olarak kullanılmıştır. Bu tarihten sonra güneş ışığından daha fazla faydalanarak enerji tasarrufu sağlamak için ileri ve geri saat uygulamasına geçilmiştir. İlkbahar-yaz dönemlerinde ileri (45° Doğu meridyeni-Iğdır), sonbahar-kış dönemlerinde geri saat (30° Doğu meridyeni -İzmit) uygulaması yapılmaktadır.
TARİH DEĞİŞTİRME ÇİZGİSİ

Tarih değiştirme çizgisi olarak 180 meridyeni kabul edilir. Bu meridyenin doğu tarafında batı meridyenleri, batı tarafında ise doğu meridyenleri bulunmaktadır. Dolayısıyla doğu meridyenlerinin olduğu batısında bir gün ileri, batı meridyenlerinin olduğu doğusunda ise bir gün geridir.
Not: Tarih değiştirme çizgisi ve saat dilimleri ülke sınırlarına göre çizildiğinden meridyenlere tam uygun olarak uzanış göstermezler. Girinti-çıkıntı oluştururlar.
TÜRKİYE'NİN MATEMATİK KONUMU VE SONUÇLARI
Kuzey Yarım Küre'de ılıman iklim kuşağındadır.
Doğusu ile batısı arasında 19°'lik boylam farkı vardır. Bunun sonucu olarak 76 dk.lık yerel saat farkı vardır (19x4=76 dk.).
Dört mevsim belirgin olarak yaşanır.
Güneş ışınları hiçbir zaman dik açıyla düşmez.
Yurdumuzda bir cismin gölgesi bütün yıl kuzeye düşer.
Güney kıyılarımızın sıcaklığı kuzey kıyılarımızdan yıllık ortalamada 7-8°C daha yüksektir.
Akdeniz'in tuzluluk oranı Karadeniz'den daha yüksektir.
Kışın görülen yağışlar cephesel kökenlidir.
Yurdumuza kuzeyden esen rüzgarların soğutucu, güneyden esen rüzgarların da sıcaklığı artırıcı etki yapması.
Deniz turizmi en erken Akdeniz Bölgesi'nde başlar en uzun süre devam eder.
Yıl içinde en uzun gündüz ve gecelerin yurdumuzun kuzeyinde yaşanması.

Coğrafyanın Tarifi

Coğrafya Nedir?
Coğrafya, insanlar ve yer (mekân) ile bunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimdir. Yani yer ve insanlar arasındaki ilişkiler coğrafyanın konusunu oluşturur. Coğrafya sadece yerlerin isimlerini ezberleme ve bunların dünya üzerinde nerede olduklarını gösterme değildir. Coğrafya, öğrencilerin çevrelerinde olanları anlamalarına ve insanın çevre ile etkileşimi hakkında bir anlayış geliştirmelerine yardımcı olur. Yerlerin isimlerini, lokasyonlarını ve özelliklerini bilmek, coğrafyanın temelini oluşturan unsurlardır. Bu da çok büyük ve oldukça büyüleyici öğrenme alanının bir parçasıdır.
Gregg ve Leinhardt (1994), coğrafyayı 4 özellikle karakterize edilen bir disiplin olarak tanımlamaktadırlar. Birincisi bir yere eşsiz bir karakter kazandıran, yeryüzü üzerindeki özelliklerin dağılımıdır (Örn: dağlar, nehirler, denizler vb.). İkincisi, bazı şeylerin oldukları yerlerde ve zamanda neden ve nasıl meydana geldiğini anlamaktır (Örn: Volkanlar gibi). Üçüncüsü, meydana gelen olayların, diğer olaylarla ilgisi ve bağlantısıdır (Örn: Yağmur ormanlarının tahribi). Sonuncusu, coğrafyanın haritalar ile bilgilerin ve fikirlerin iletişimini sağlamasıdır. Bu dört özellik birbiri ile çok çeşitli yollardan etkileşim içindedir. Bunlardan ilk üçü coğrafyanın temel prensipleridir. Sonuncusu ise coğrafî araştırmalar sonucu elde edilen bilgilerin ifadesidir.
Coğrafyanın bu değişik yönleri arasındaki etkileşim, onu tanımlama amaçlı olarak kesin çizgilerle bölünmesini zorlaştırır. Coğrafi beceriler, yerler (mekanlar), fizikî, beşerî ve çevre coğrafyası biçiminde bir bölümleme, bunlardan bir veya iki alanın coğrafya eğitiminin çeşitli basamaklarında yer alması; öğrencinin çeşitli alanlar arasındaki ilişkiyi anlamasının engellenmesi şeklinde bir sonuç doğurabilir.
Coğrafya, bazı yeteneklerin gelişimini ve kavramların anlaşılmasını içerir. Bu kavram ve yetenekler ise fizikî çevre (ortam), beşerî çevre ve bunlar arasındaki ilişki ile ilgilidir. Coğrafya sorgulanan ve araştırılabilen konuları içerir. Coğrafya öğretilirken, beşeri ve fiziki ortam ve bunların etkileşimiyle ilgili konulara dayalı sorular sorulur. Bu sorulara, anahtar coğrafî sorular denir. Coğrafyanın öğrenilmesinde bu anahtar soruların bilinmesi gerekir. Temel coğrafi kavramları içeren her soru, coğrafyada anahtar soru demektir. Dolayısıyla coğrafya konularının her birinin çok sayıda anahtar sorusu olabilir. Bu çalışmada, ilköğretim ve ortaöğretim coğrafya konuları işlenirken, çocukta coğrafya bilincini oluşturacak olan anahtar soru ve kavramlar üzerinde durulmaktadır.
Foley-Janikoun (1996) ilköğretim seviyesinde anahtar soruların şunlar olduğunu belirtmektedirler.

    1. Bu yer nerededir?
    2. Bu yer neye benzemektedir? Ne gibidir?
    3. Bu yer niçin böyledir?
    4. Neden bu şekli almıştır?
    5. Bu yer diğer yerlerle nasıl bir bağlantı
      içindedir?
    6. Bu yer nasıl değişmektedir?
    7. Bu yerde yaşamak (olmak) neye
      benzemektedir?
    8. Bir başka yere bu yer nasıl benzemekte veya nasıl
      farklılaşmaktadır


Anahtar coğrafî sorular ile coğrafî kavramlar arasındaki ilişki.

Soru 1: Bu yer nerededir?
Soru 2: Bu yer neye benzemektedir? Bu iki soru lokasyon ve yer kavramlarının gelişiminde yardımcı olur. Mekansal dokunun anlaşılmasında çok önemli yeri olan dağılışın ortaya konulmasını mümkün kılar. Ayrıca çocuklarda bu yerin dağ, ova vb. şekillerden hangisine benzediği hakkında fikir verir.
Soru 3: Bu yer niçin böyledir? Bu da sahanın yapısı ve sahada etkili olan süreçlerin anlaşılmasında yardımcı olur.
Soru 4: Neden bu şekli almıştır? Bu soru ilişkili olan lokasyonların tanımlanmasında ve sahaya ait özelliklerin oluşumunun bilinmesine yardımcı olur.
Soru 5: Bu yer diğer yerlerle nasıl bir bağlantı içindedir? Bu soru sistemlerde, süreçlerde, kalıplarda meydana gelen değişikliklerin tanımlanmasında yardımcı olur. Ayrıca, tartışılabilecek farklı konuların ortaya çıkmasına yardımcı olur.
Soru 6: Bu yer nasıl değişmektedir? Yer kavramının gelişimini sağlar. Değerler ve yaklaşımlar üzerinde düşünme yeteneğinin gelişimine yardımcı olur. Karşılaştırma yoluyla, yer ve lokasyon kavramlarının gelişimini, dolayısıyla bölge kavramının gelişimini sağlar.
Soru 7: Bu yerde yaşamak (bulunmak) nasıldır? Bu yerle başka bir yer arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar vardır. Aynı zamanda benzerlik ve farklılık kavramlarının da gelişimine yardımcı olur.
Coğrafyayı öğrenmek ve öğretmek için sürekli bu anahtar soruları, bilmek ve akılda tutmak yararlı olacaktır. Bu soruları herhangi bir yer veya konu hakkında öğrencilere sormak, o yerin ve konuların öğrenilmesini sağlar. Örneğin, bir dağ, bir vadi, bir köy, bir ülke veya doğal bir bölge ile ilgili olarak sorular sorulur.
Yukarıda verilen anahtar sorularla yapılan coğrafya çalışması yerlerin, sistemlerin, süreçlerin anlaşılmasına yardımcı olur. Bu yaklaşım, anahtar coğrafî kavramların gelişmesi içinde bir bilgi çerçevesi oluşturur.
Coğrafi sorularla, coğrafi kavramlar genellikle iç içe girmiştir. Çoğu zaman her soru en az bir coğrafî kavram içerir. Örneğin:
Bu yerleşmelere neden şimdi bulundukları mekanlarda yerleşilmiştir? şeklinde bir coğrafi soru yerleşim ve yerleşme gibi iki coğrafi kavramı içermektedir.
Yerleşmelerin dağılımında İngiltere, Türkiye, Kanada ve Japonya gibi ülkeler arasında bir benzerlik var mı?
Bu yerleşmeler arasında nasıl bir ilişki var?
Yerleşmelerin dağılımı zamanla değişime uğramış mı?
Yeni bir yerleşme kurulmuş mu?
Kurulmamış ve kurulması gerekiyorsa nerede kurulmalı?
Şehre göre kasabada daha mı farklı bir arazi kullanımı vardır?
Yerleşmelerin şekilleri ve yoğunlukları niçin ülkeden ülkeye değişmektedir?
Şehirler içinde hangi bölgeler vardır?
Bazı bölgelere diğerlerine göre daha mı kolay ulaşılmaktadır? Neden?
gibi daha pek çok birbiriyle bağlantılı ve çeşitli coğrafi kavramlar içeren soruyu arka arkaya sorabiliriz. Yukarıda da belirtildiği gibi, önemli temel coğrafi kavramları içeren her soru coğrafyada anahtar soru demektir. Dolayısıyla, ünitelerin anlaşılmasını ve genellemeleri kolaylaştırıcı bir dizi alt soru başlıkları da oluşturmak mümkündür. Bu alt sorular anahtar soruların daha iyi bir şekilde yapılandırılmasına yardımcı olur. Örneğin, yerleşme nedir? anahtar sorusu;
İnsanlar kendi yerleşmeleri ile ilgili olarak neleri sevmektedirler?
Yerleşmeleri büyüklüklerine, fonksiyonlarına, popülerliklerine göre sınıflandırmak bir kolaylık sağlamakta mıdır?
Ne gibi kolaylıklar sağlamaktadır?
gibi daha da çoğaltılabilecek alt sorular içermektedir. Anahtar sorular ve alt sorular öğrencinin tanımlama, tasvir etme, sınıflandırma, analiz ve sentez yapma becerilerini geliştirir.Anahtar sorular aynı zamanda coğrafya öğretiminde dersin amaçlarını belirlemeye de yarar. Yani anahtar sorular dersin konusu ile ilgili olarak hazırlandığında, o dersin akışını ve araştırmanın yönünü belirler. Bernard Cox’a göre coğrafi bir araştırma için anahtar sorular öz olarak şu şekilde sıralanabilir:

* Yerleşilen yer neresidir?
* Neden orada yerleşilmiştir?
* Bu mekana
yerleşmenin sonuçları ne olmuştur?
* Daha farklı yerleşme alternatifleri
neler olabilirdi veya olabilir?

Anahtar sorular anahtar kavramların gelişimini sağlar. Sorular Anahtar Kavramlar Alt Kavramlar
1. Bu yer nerededir? Lokasyon
İlişkili lokasyon Başka yerlerle ilişkili bu yer nerededir? Bu şekilde her hangi bir yerin özel konumu da verilmiş olur.
2. Bu yer neye benzemektedir? Sahaya ait şekiller
Lokasyon Yer yüzünde (fiziksel görüntü) bazı özelliklerden dolayı oluşmuş şekiller. İnsan etkisiyle oluşan özelliklere bağlı şekiller. Bu iki tarz özelliğin dağılımı.
3. Bu yer niçin böyledir?
Neden bu şekli almıştır? Sahaya ait şekiller
Süreç
Sistemler ve Lokasyon Sahada etkili olan süreçlerle ilgili girdiler - çıktılar, birbiriyle etkileşimler, yönler.
4. Bu yer diğer yerlerle nasıl bir bağlantı içindedir? Lokasyonlar
Sistemler
Şekiller Konum, ilişkili lokasyon, şebekeler (ağlar).
5. Bu yer nasıl değişmektedir? Süreç
Sistemler Zamana bağlı değişimler, gelişme, şehirsel, kırsal döngüler (taş, toprak, hava, su), etkileşimler.
6. Bu yerde yaşamak neye benzemektedir? Yer ve çevre Değerleri, yaklaşımları, inançları konular içerisinde anlamaya yönlendirir.
7. Bu yerle başka bir yer arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar vardır? (Bu soru konuyu genişletir ve diğer soruları da kapsar) Benzerlik ve farklılık Yukarıdaki altı soruya dayanarak, iki veya daha fazla yerle ilgili karşılaştırmalar yapılır.